Bazen düşünüyorum. Şu an kimlerlesin mesela? Ne yapıyorsun? Ben öldüm mü kaldım mı bilmezken, kimlere hâl hatır soruyorsun? Neredesin ya da? Etrafında dört duvar var mı, yoksa mont mu giydin üstüne? Üşüyor musun, sıcak yorganının altında mısın? Açık mı bilgisayarın, yine aynı sanatçının aynı şarkılarını mı dinliyorsun? Beni sorarsan ben her zaman değişirim. Asla dünle aynı kalmayan bir insanım. Bilirsin, diyemeyeceğim. Sen beni bilmezsin. Sen herkesi çok iyi bilirsin ama beni bilmezsin. En sevdiğim şarkı ne bilmezsin, hiç sormadın. Hatırlamazsın da şimdi, ben sana sormuştum esasen. Bana söylememiştin, şimdikilere söylersin kesin... Bana özel demiştin, benim de bana özel şarkılarım var şimdi. Kimseye manasını anlatamayacağım şarkılar. Çünkü onlara anlatsam, onlar da senin gibi beni anlamazlar. Onlar da senin gibi gülerler bana, sonra senin gibi başkalarını da güldürürler bana. Senin kadar onlar da acıtırlar diye öyle çok korkuyorum ki, kilitledim şimdi ürkek ve hırpalanmış yüreğimin kapılarını. Korktuğum ne varsa, sakladığım ne varsa içimde onlardan... Yüreğimin kapısının önünden bile geçemezler onlar. Senin gibi.
Demiştin, her şeyi yapacağım, her şeyi tadacağım diye. Diyelim ben bulamadım seni, diyelim uzanmadı ellerim ellerine. Söz verdiğin gibi, tüm bu zevki sefan bittiğinde bulur musun beni anlattığın niyetinle?
Bana, bu hayatta annenden başka kimse için ağlama, değmez demiştin. Benim yaktığım sigaraların dumanları -ki bunu bilsen benden iğrenir, daha da nefret ederdin. böyle şeylerden nefret edersin- senin ömrüne sis perdesi olmadı mı? Ben demiştim ki sana, sadece anneme ağlasam ben, gözyaşlarımdan bir nehir olur. Her zamanki gibi kızmışsındır kesin sen bana, çok da bilemiyorum şimdi. Edebiyat yapmamdan, felsefi konuşmalarımdan nefret eder hatta seni baydığımı söylerdin. Başıma... Başıma bin bir bela gelir bu ruhumun yüzünden. Ben, onun gönüllü işçisi. Bu devirde söylenir mi böyle yangınlı şiirler? Ruhum yüzünden. Benim boğazıma sarılan düşüncelerim rahat bırakmaz beni, geceleri düşünerek uyur, uykumdan o vaziyette bile dağılmayan düşüncelerim yüzünden uykum dinmeden tekrar uyanırım ben. Ben ruhumun işçisiyim, sen bu satırları okusan kahkahalarla gülersin bana. Ben beni anlamayacak bir adama bu satırları ithaf ettim. Hadi ben çok kötüydüm de bayım, başıma getirdiğin her belayı ben mi çektim?
Bela sendin.
Bela sesindi.
Bela hiç tutamadığım ellerindi.
Ben senin sesini özledim dün gece. Açtım, sesini dinledim. Annenden başkasına ağlama dedin ya, ben özlediğim sesine ağladım dün gece. Beni anlamayan bir adama, elinin başka elleri tuttuğu bir adama ağladım. O kadar kanıma dokunuyor, öylesine yediremiyorum ki kendime... Beni bilen bilir, burnum düşse eğilip almam ben. Beni istemeyen ateşe koşmam, kanadımı yakan güneşe sırtımı yaslamam. Bu yüzden mi gittin, akıllanmaz da dönerim sana diye? Dönmem ki daha ben sana, yolun sonuna gelmişken üstelik hem de böylesine?
Nasıl yapmıştın peki bunu bana? Hiç mi canın acımamıştı? Hiç mi yüreğin demedi -sus, işitse dilinden dökülenleri, yüreğinden bin parça dökülür.- diye? Hiç mi ya, hiç! Kalpsiz miydin sen? Benim sırtıma sapladığın bıçakları o yüzden mi yüreğime denk getirdin? Göğüs kafesimi boş mu sandın seninki gibi? Değildi, değildi. Sen vardın üstelik içinde, yeşermekte olan bir fidandın henüz. Kendi boynunu koparan fidan değildin.
Hiç aklına geliyor muyum acaba, diyorum kendime. Beni hiç düşünür mü? Olur da özler mi o da benim sesimi? Cümlelerimi okuyası, hatta hiç değilse gülüp dalga geçesi gelir mi? Hatta o da açıp dinler mi benim sesimi? Dinlemez değil mi, özlemez? Herkes aptal mı benim gibi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YALANCI
Teen FictionBir varmış, bir yokmuş... Bir ayçiçeği tarlası varmış. Tam tepesinde tüm ihtişamıyla Ay, gökyüzüne birer çiçek gibi serpiştirilmiş pasparlak yıldızlar ve sabah olduğunda ufkundan doğup tüm ışığıyla ayçiçeği tarlasını besleyen Güneş. Tarlanın ortasın...