sigaralar ve böbrekleri

337 24 18
                                    

balkonda günümün son sigarasını içiyorum.

gözlerim parmaklarımı izliyor. ilk boğumları ikinci boğumlarından daha büyük olan beşer tane şekilsiz çubuğum. uçları yuvarlağımsı, boğumları arası dikey yarıklarla dolu, herhangi bir anatomiye ekmek parası çıkarmayacak eklem topluluğum.

parmaklarımı her gördüğümde onları ne kadar sevmediğim düşüyor aklıma, her ne kadar buna çok üzülsem de engelleyemiyorum bu dürtüyü. sevemediğim için çekiniyorum onlardan, yüzük bile takmadığım boş boğumlardan kaçmak için avuçlarıma sonra bileklerime sonra da kollarıma bakıyorum ve yazıktır ki bakışlarımda hiçbir yumuşama hissedemiyorum. sevemiyorum ama neden sevmediğimi bilmiyorum.

içim darlanıyor. neden katlanamıyorum kendime, saçlarıma veya parmaklarıma? insanlar kendilerine nasıl katlanırlar? her yerlerini severler mi yoksa belli yerleri bile olsa rahatsızlık duyuyorlar mıdır? işler yoluna girince mi kendimizden hoşlanırız yoksa kendimizden hoşlandığımızda mı işler yoluna girer? acaba egemen kendine katlanabiliyor mudur? acaba babam kendine katlanabiliyor mudur veya annem veya esin? acaba eda'nın kendinde sevmediği bir yeri var mıdır? depderin bir nefes çekiyorum ciğerlerimin boğulduğunu hissetmek için, kötü bir şey hissetmek için, bir şey hissetmek için.

parmaklarıma kayıyor yeniden bakışlarım, boğumlarımı boğabilir miyim? yoksa zaten boğulmakta oldukları için mi soğuklar? neden bu parmaklar altında üşüyen gölgeler çiziyorum, neden üşütüyorum onları kendim bile üşümeyi sevmezken? güneş çizsem ya da ateş, hatta kamp ateşi yapsam, mum diksem avuçlarımın içine sonra çevresini ısıtacak parmaklar toplasam ısınırlar mı? ama gölgeleri olmaz ki onların. siyah güneş yoktur, siyah ateş de yoktur, ateşin gölgesi bile olmaz.

belki ateş böceği çizerim böcek kısmını kapatırsak ateşi kalır. belki. sonra uğur böceği çizerim böcek kısmını kapatırım biraz uğur getirir, ardından ise ağustos böceği eklerim aralarına, ağustosu çok severim. ağustosta üşümem ayrıca.

üşümemeyi düşündükçe serin bir esinti cadde boyunca tüm ağaçlara dolanıyor, bazı sarı yapraklar yarın sabah süpürülmek üzere yerlere düşüyor, o yoldan iki köpek geçiyor, çok uzaklardan ambulans sesi duyuluyor, karşı apartmanda balkona birisi çıkıyor, başka bir pencerede ise beyaz atletlinin teki sigarasını yakıyor ve benimki de o anda bitiyor.

bugün cumartesi olduğu için egemen eda ile dışarıya çıkmaya karar verdi ve iki saattir yoklar. son dört gündür eda ile tek iletişimimizin ıhlamur molalarım olmasına ve kendisiyle rastlaşmamak için odamda ders çalışmama rağmen bir şekilde evde birisinin varlığını hissediyordum. evim bir hafta önceki sessizliğine dönmüş halde ama devetabanım bundan memnun değil bu yüzden sigaram biter bitmez yanına gidiyorum.

kocaman bir bitki, bazı yaprakları ellerimden büyük. onu özenle ve ilgiyle büyüttüm ki küçük kalırsa kaybolabilir. upuzun yıllardır benimle ve birbirimize çok benziyoruz, çokça yırtığımız ve boşluğumuz var, sık sık ağlıyoruz, büyümemiz gölgeler altında geçen zor bir süreç içeriyor. birkaç sene önce açelya getirmişti bir arkadaşım ama o benim için fazla uğraşlıydı ve ruhumu sevmedi ya da ellerimi, ben de aldım onu sonra sokak boyu yürüdüm balkonu saksılarla kaplı bir ev bulana dek. geldiği gibi gitti açelyam, zaten gelen gidiyor giden de gelmiyor ama devetabanım ve ben buraya kök saldık, belki o da buradan gitmek istiyor, bilmiyorum, toprağından memnunsa benimle zıt düşen tek özelliği de o olur zaten.

hiçbir şey yapmamaya dayanamayıp ılımış ıhlamurun altını yakıyorum, kırmızı olunca daha çok beğeniyorum. mutfakta fazla bekleyemiyorum çünkü evin en soğuk bölümü, çayım kaynayana kadar ikili koltuğuma gidip uzanıyorum, kenarlardan taşan ayaklarım sarkıyor olabilir ama başımın üstünde yapraklar asılı.

denememelerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin