rüyanda ölemezsin derler, diyorlar.
tik tak tik tak diye yürüyor saniye dakikaya dönüşmek üzere.
kollarımda bir böcek, iki oldu.
kalın bir ses yankılanıyor. baba sen misin?
tırtıllar midemden yukarı yürüyor, boğazım kupkuru, ölmüşüm ben. hani rüyamda ölemezdim?
gözlerimi açamıyorum, zorluyorum, yine açamıyorum. ağzımı aralamaya çalışıyorum, dilime bir kuvvet yükleyip güç bela dudaklarımı ayırabiliyorum. kuru, susuzum, midem bomboş mu dopdolu mu ayırt edemiyorum. bir insan ne kadar süre ölü kalabilir? ben sanırım az önce ölmüşüm? babam mı geldi? kim çıkarıyor bu sesleri?
üşa diyor birisi, kalın bir ses üşa üşa üşa diye sesleniyor kollarımda böcekler savaşırken. kaşlarım çatılıyor, gözlerim sonunda açılıyor. siyah dalgalı saçlarıyla egemen'in endişeli yüzüyle karşılaşıyorum. ne zamandır ölmüşüm? yarın geleceklerdi onlar? babam nerede? eda nerede?
"büşra beni duyuyor musun?" heceler ayırt edilebilir oluyor, baştan beri duyduğum o kelimeler ismimmiş meğer. kafamla onaylıyorum egemen'i, yerlere bakış attığını görüyorum, kızgınlıktan çok endişeden kurtulmuş bir ifadeye kavuşuyor yüzü. çok bir şey algılayamıyorum ama duyabildiğim sıralardan birinde "iyi misin?" diye soruyor yavaşça. cevap vermiyorum. kolunu ellerinden kurtarıyorum, dikleniyorum, kalkıyorum o üçlü koltuktan, banyoya koşuyorum.
banyoda tırtıllar kurtuluyor ağzımdan kaçarak. bir yerlerde kelebek oluyorlar. sonuç olarak ben küçük bir şeylerin güzel bir şeye dönüşürkenki sancılı sürecine eşlik eden asit dolu bir küpüm. benim asidim kendime zarar, benim sirkem kendime zarar, benim acım başkalarına yarar beni yorar. aynaya bakmıyorum dahi. ne zamandır orada yığılmışım ben? bir gün mü oldu? bir saat mi bin saat mi?
salona geri döndüğümde az öncekinden de ölü hissediyorum. nasıl olabilir ki bu? düzgün düşünmeyi bırak, düzgün bakamıyor ve düzgün duramıyorum bile. kendi kendimi soktuğum bu rezillik başıma ağrılar sokuyor. odada kim var kim yok umursamadan ikili koltuğa uzanıp kolumu gözlerimi örtecek şekilde suratıma yerleştiriyorum. ne kadar süre öyle kalıveriyorum bilemiyorum çünkü bir dahaki göz açışımda yerleri çöpsüz buluyor ve içeriden bir yemek kokusu alıyorum.
midem gurulduyor. midem bulanıyor. ne yapacağım? sessiz sessiz ölmeme neden müsaade etmiyorlar?
egemen geliyor sonra tereddütlü adımlarla, başucumda dikiliyor. devetabanımın yanında, sağ omzumun az ucağında. başını eğdiğini görüyorum, elini alnıma götürüyor kaküllerimi dağıtmak için. birkaç saniye sadece bunu yapıyor, işaret parmağıyla kısa saçlarımı alnımın düzlüğünde bir o yana bir bu yana sürüklüyor ve birkaç yaş daha küçük olsaydım buna kahkahayla karşılık vereceğim gerçeği mideme bir meteor gibi düşüyor. buruk bir tebessüm, verebileceğimin en iyisi bu, daha demin zehirler çıkarmış o ağızdan çıkabilecek en parlak tebessüm bu.
"iyi misin sen?" diyor kısık yumuşak bir tonda ve ben donakalıyorum. tebessümüm donakalıyor. palyaço egemen yok karşımda, ilgisiz tatavacı kaçmak istediğim egemen değil bu. gözlerinde, kaşlarında, hatta yanaklarının o çizgilerinde bile küçük kuzenine abilik yapan endişesi asılı. bir göl gibi, evet bir göl gibi, geniş açıdan baktığımda sakin ve geniş ancak inceden inceden titreyen dalgalarla kaplı. bir şey desem normal karşılamaya çalışacak ama içten içe sorgulayıp duracak. ben onu biliyorum, şimdikini olmasa bile eski halini biliyorum.
onda rastladığım bu işaretlerin beni biraz daha gülümsetmesi gerekirken tam tersi oluveriyor, günün bilmediğim bir saatinde göz pınarlarım dolmaya başlıyor ve utanç verici bir kızarıklıkla ağlamaya başlıyorum. ne diyeyim ki? iyiyim mi? kötüyüm mü? egemen beni kurtar çok fena batırdım mı diyeyim ona, yoksa herkesi bıktırıyorum abi ama ben yalnız ölmekten korkuyorum mu?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
denememeler
Ficção Geralgxg günlerim kayıyor dünlerim kanıyor her şeyim yanı başında yanıyor ama yarın olmuyor