egemen'le ne konuştuğumuzu eda'ya anlatmıyorum. sormuyor da. bilmesinin bir şeyleri taraflıca değiştireceğinden emin olduğumdan dolayı ağzımı kapalı tutuyorum. içimde kendi kendine minik bir mum ateşi gibi yanan alevi canlı tutmak dışında başka bir müdahalede bulunmuyorum.
eda ise o küçük alevi canlı tutmam için ihtiyacım olan tüm oksijeni bana sağlamakta. çoğu zaman nefesimi kesse bile.
hissediyorum, o da bir şeyler hissediyor. doğru mu yanlış mı orasını düşünemiyorum fakat gün geçtikçe ele gelir bir gerginlik doğuyor aramıza. bir çekim belki de. aynı ortamda bulunduğumuzda temas etmeden duramamamız buna yeterli bir örnek midir mesela? dizimiz, kolumuz, bazen bileğimi tutuyor veya saçlarımla oynuyor. ensemde gezdirmeye bayılıyor parmaklarını, ben ise onun sıcak parmaklarının tenimi ısıtmasından hoşnut şekilde sırıtıp duruyorum.
yahut bakışmalarımız. önceden utanırdım, gözlerimiz kesiştiği anda geri çekerdim kendimi. ona bakmadan onu izlerdim dolaylı şekillerde çünkü çok utanırdım. halbuki şimdi, ne zaman ona baksam zaten bana bakıyor olduğunu görüyorum. geri çekmiyorum gözlerimi. yüzüne baktığımda kendimi iyi hisssediyorum. çok iyi hissediyorum. bahar gelmişken biraz tomurcuk da ben açıyorum. bakışmamız uzuyor, uzuyor, normal iki insanın bakışma sınırı süresini bir veya iki saniye aşıyoruz. o zaman da karnımda tomurcuklar açıyor, yanaklarım kızarıyor.
eda'yı izliyorum. hep. haftalarım onu izlemekle ve aklıma kazımakla geçiyor. sadece aklıma veya göz kapaklarımın arkasına veya tavana değil kağıtlara da aktarıyorum onu. güzel yüzünü. güzel vücudunu. güzel saçlarını. yaşatıyorum onu kendimde ve kendimle. çok güzel büyütüyorum onu içimde.
bir bahar günü canımız sıkılıyor, dışarı çıkıyoruz plansız programsız. ara mahalleler arasında kaybolmak biraz da takılmak istiyoruz. bana uyan plan ona da uyar, ona uyan plan zaten bana sorulmaz.
koluna bileğine girip kısa süreli el sürtüşmelerimizin olduğu upuzun dakikaları güzel bir bahar havasında geçiriyoruz. öğleden sonrasında ise kendimizi bir ara sokakta birkaç küçük çocuğun oyun oynadığı köşe başında buluyoruz. ufak bir duvar var, araba yolundan uzakta, oranın dibine çöküp hem dinleniyoruz hem de çocukları izliyoruz.
bir tanesinin topu bizden tarafa geliyor. kendimi durduramayıp ayağa kalktığımda eda'ya bir bakış atıyorum, güneş misali nir gülümsemeyle git oyna diyor bana. ben de top elimde çocukların arasına giriyorum. beni hiç yadırgamıyorlar.
önce hepsiyle birer birer tanışıyorum. sonra yaşlarının yediyle on arasında değiştiğini öğreniyorum. benim de yirmi iki buçuk olduğumu öğrendiklerinde çok şaşırıyorlar bana devasa bir insanmışım da onlarla oyun oynamam bir lütufmuş gibi bakıyorlar.
sonra onlarla oyun oynuyorum. biraz top biraz ip biraz taso. tasoları nereden bulduklarını soruyorum çünkü görmeyeli epey olduğunu anımsıyorum, meğer içlerinden birinin abisinin eskiden koleksiyonu varmış. onlara eskiden oynadığımı hatırladığım bazı taktiklerden öğretiyorum. bana hayran kalıyorlar.
birkaç saat geçtiğine emin olduğum bir zaman diliminin ardından canım eda çekiyor. arkamı dönüyorum hala duvarın dibinde mi diye. fakat orada bulamıyorum onu. hemen telefonumu çıkarıp arıyorum onu, marketten çikolata almaya gittiğini söylüyor. gülümseyerek kapatıyorum ve iki üç dakikaya yanımıza ufak bir poşetle geldiğini görüyorum. içim ferahlıyor, mutluluğuma mutluluk katlanıyor.
çocukları eda'yla tanıştırıyorum. onu çok sevdiğimden bahsediyorum ve ailelerine sorduktan sonra çikolataları almalarında bir sakınca olmadığını anlatıyorum. bazı balkonlardan çıkan ebeveynlerine kendimizi açıkladıktan sonra çocuklar çikolataları alıyorlar. eda çok seviniyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
denememeler
General Fictiongxg günlerim kayıyor dünlerim kanıyor her şeyim yanı başında yanıyor ama yarın olmuyor