eda'nın benimle ilk konuşma girişimi geldikleri gecenin sabahında kahvaltıda gerçekleşiyor. ki bu aynı zamanda aynı ortamda bulunduğumuz ilk an oluyor.
ufacık esintilerde uçuşan yapraklar kadar hassas bir ruh halindeyim ve gerginliğin yalnızca o ve ben tarafından hissedildiği bir atmosferdeyiz. egemen ve annem bol kahkahalı bir sohbete dalıp bizleri unutmuşken tabağımdaki zeytinlerle oynamaktayım. iştahım o kadar yok, o kadar yok ki tek bir salatalık bile yiyemedim. sanırım bu da yüzünde pek bir mutluluk ibaresine rastlamadığım eda'nın gözüne takılıyor. "neden yemiyorsun?" diye soruyor sessizce. o kadar sessiz kalıyor ki annemin yüksek sesle anlattığı şey yüzünden diğer ikisi duymuyor bile. sabahın ışıkları karamel gibi gözlerini vurgulaya vurgulaya yüzüne çarparken bir saniyeden uzun süre bakamıyorum ona. çok güzel. çok utanıyorum.
omuzlarımı silkiyorum. "aç değilim." diyorum çok kısık sesle. suratına bakmadan. tepkilerini izlemeden onunla konuşmaya çalışmak alışamayacağım kadar zor bir durum olsa da kendime hakim oluyorum. çayımı içip hızlıca odama atıyorum kendimi.
dün gece de böyle yaptım şayet. halının desenlerini izleyerek bir bardak çayımın bitmesini bekledim. kendimi konuşulanlara vermeye bile çalıştım fakat nafile. odada var olan tek bir sesi dinliyordum çünkü, tek bir nefes alış verişe dikkat kesilebiliyordum, tek bir bakışın üzerimdeki ağırlığını hissedebiliyordum. orada bulunmak benim için işkenceden farksızdı bu yüzden odama kaçtım çayım biter bitmez. tıpkı şimdi yaptığım gibi.
derin bugün meşgul olacağını söylemişti, zaten birisiyle görüşesim de yok, yine de evde durmak istemiyorum. eda'yla aynı ortamda bulunmak, her an benimle konuşabilme imkanı, egemen'in yüzü, egemen'e yaptığım ayıp ve bunu ruhunun bile duymaması, annemin beni sıkıştırma ihtimali, gün boyu dönecek olan evlilik muhabbeti... hepsi de canımı sıkacak büyük faktörler, bu yüzden hızlıca hazırlanıp montumu üstüme alıyorum.
evden çıkacakken egemen'in nereye gittiğimi sorduğunu duyuyorum, ayakkabı bağcığımdan kafamı kaldırıp ona baktığımda koltukta oturan sarışının da meraklı bir ifadeyle beni izlediğini görüyorum. "arkadaşımla buluşacağım." hemen geçerli bir bahane uydurup kuyruklu yalanımın ardından evden çıkıyorum.
normalde olsa, ki normalimden kasıt yaklaşık iki hafta önceki yalnız ben, günümün her saniyesini dolduracak planlar kurgulardım. bir dakikamın bile beni eylemsel açıdan tatmin etmediği zamanlarda aklımın beni çıldırtacağını bilirdim çünkü. yalnız kaldığımda yalnız başıma olmayı kaldıramazdım, geçmiş gelecek şimdi bir olur beni bir boşluğumda kıstırırdı ve bundan çok korkardım. bir şeylerle oyalanmadığım taktirde küçülürüm sanıyordum
oysa bugün öyle olmuyor.son zamanlarda neler yaşadığımı gözden geçirecek olursam şöyle bir liste yapabilirdim: ruhsuzun tekiyken biraz yardımla silkelenmiş ve biraz da olsa parıltımı kazanmaya başlamıştım, kaybettiğim güzel küçük şeyler gözüme yeniden çarpmaya başlamıştı, duygularımı kazanmıştım, bazılarıyla da yüzleşmiştim, arkadaşlarımla bağlarım kuvvetlenmişti çünkü varlığımı belli edecek konuları konuşabiliyordum, midem çok uzun zaman sonra kasım kasım kasılmıştı ve bunun sebebi şüphesiz birkaç kelebektendi, annemle ne kadar benzediğimizi görmeye başlamıştım ve bu gerçek çok belli etmese de hayatımdaki ufak boşluklara oturuyordu.
duygusal anlamla inişleri ve çıkışları bol olan bir dönemden çıktığımı yeni yeni anlıyordum, ne kadar yorulduğumu birkaç gündür fark ediyordum ve kendime bu kadar yüklenmemeye karar vereli bir hafta bile olmamıştı. sakinleşmeye çalışıyorum. her konuda. küçük şeylerimi yakalamaya çalışıyorum, olumlu taraflara odaklanıyorum, hislerimi anlamaya uğraşıyorum ve gerçekten iyileşmek istiyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
denememeler
General Fictiongxg günlerim kayıyor dünlerim kanıyor her şeyim yanı başında yanıyor ama yarın olmuyor