bazı günler vardır ve ister kabul edelim ister etmeyelim o günler özeldir. bir yıldönümü olabilir, bir son tarih olabilir, bir doğum günü olabilir.
özel günlerden ziyade doğum günlerini sevmeyen bazı tiplemeler bulunur, açıkçası ben o bazı insanlardan biriyim. nefret etmem ancak çok da sevmem. yirmi dört saat boyunca huzursuz bir gerginlik hissederim yalnızca. doğum günlerimde bu günün aslında özel olduğu ancak özel görmemem gerektiği farkındalığı kafamın gerilerinde döner durur.
ve on sekiz aralık, zaten soğuk olan şu mevsimde beni ekstra üşüten bir gündür.
soğuk ve gri başlayan perşembe günümün ilk coşkusu erdem ve esin'den geliyor. derslik binasına girer girmez beni görüp yanıma gelerek yanaklarımı sıkı sıkı öpen ikiliden ortak bir hediye alıyorum: kazak. utanıyorum çünkü birkaç hafta önce üçümüz kravat denerken gördüğümü ve ne kadar çok beğendiğimi söylediğim saniyeleri hatırlıyorum. koyu yeşilli ve beyazlı kalın çizgiler içeren çok güzel bir kazak. ikisine sarılıp teşekkürler ediyorum.
dersler arasına denk gelen bir zamanda telefonum çalıyor, bir bakıyorum annem arıyor. halimi hatrımı sorduktan sonra doğum günümü kutluyor. sesi mutlu geliyor. neden bilmiyorum rahatlatıyor bu beni. teşekkür ediyorum aradığı için. beni sevdiğini söylüyor kapatmadan önce.
hava buz gibi.
ve ben acıkıyorum.
yemek mi yesek diye bir öneri atıyorum ortaya, dersi olan birisi çıkmayınca esin, erdem ve bazenleri bizimle takılan seda ile kampüsün gerilerindeki bir kafeye gidiyoruz. seda ile ben bir pizzaya ortak giriyoruz diğerleri hamburger ve kumru alıyor kendi damak zevklerine göre. seda doğum günüm olduğunu öğreniyor (erdem'in fısıldadığına eminim) ve biz yemeğimizi bitirdikten sonra lavaboya diye uzaklaşıp bir kekle geri dönüyor.
ufacık bir kek üstüne kendi sigarasından bir tane dikmiş. iyi hissettiriyor. yeniden dışarı çıktığımızda keki dörde bölüyorum, her birimize bir lokma yediriyorum, kısa saçlarımı sevip dağıtıyorlar ama umrumda olmuyor o sırada üç gün üstüne ilk sigaramı yakmakla meşgulüm çünkü.
son dersin ortasında teyzem arıyor. kesin annem haber vermiştir diye yorumluyorum, dersten çıkar çıkmaz geri dönüyorum ona da. ne zamandır sesini duymamışım. belki de yıllar oldu suratını bile görmeyeli. beklediğim gibi o da doğum günümü kutluyor, küçük kuzenime telefonu uzatıyor o da iki üç utangaç cümleyle doğum günün kutlu olsun büşra abla diyor ve şaşırtıcı ancak bu da iyi hissettiriyor.
akşam için olan planımızı hatırlayıp saat altı civarı gideceğimiz barın konumunu hatırlatıyoruz birbirimize. sonra üç dört saatliğine dağılıyoruz, yoluma düşüyorum eve gidiyorum. havada anlamsız bir güneş var, kazağım terletiyor boynumu ama henüz çıkarmıyorum tabii, ellerim ceplerimin dışında kulağımda müzik bile yok şaşırtıcı ama öyle.
yanımdan bir anne ve küçük bir çocuk geçiyor kızın pembe bir beresi ve unicornlu botları var annesi onu sanki kargo paketi gibi sarıp sarmalamış. ayrıca ufaklığın elinde küçük de bir şeker kağıdı var muhtemelen ağzında çiğnemeye çalıştığı şeyin çöpü ve yere atmamayı öğrenmiş. yavaşça ve güneşin altından yürüyerek devam ediyorum. tanıdık yollarımın ilgi çekmeyen köşelerine dikiyorum yumuşak bakışlarımı, oradan ilk kez geçen birisi olsam nasıl hatırlamak isterdim burayı?
sabahın yedisinde süpürgesiyle kaldırımların kenarlarını dolaşan o abi burayı nasıl hatırlıyordur acaba veya bizim arada mandalina dızladığımız genelde de ekmek ve cips almaya çıktığım o bakkal buradan geçerken ne düşünüyordur? acaba evimi biliyor mudur? acaba babam her sene uzun süre sonra buraya geldiğinde neler değişiyordur onun hafızasında kalanlara kıyasla?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
denememeler
Ficção Geralgxg günlerim kayıyor dünlerim kanıyor her şeyim yanı başında yanıyor ama yarın olmuyor