babalar ve kedileri

190 16 18
                                    

hayatımı yoluna koymaya çalıştığım ilk debelenmenin ardından bir gün boyunca hasta hasta yatmış olsam da ilerleyen günlerinde bariz bir kafa hafiflemesi ve suçluluk azalması hissettiğim bir gerçekti. sanki her tarafıma küçük kıymıklar batmıştı da iğneyle deşmiştim bir tanesini, çıkarırken çektiğim felaket sızlamalara rağmen kurtulduktan sonra rahatlamıştım. hatta olanları egemen'e anlattığımızda bana söylediği gururlu ve cesaretlendirici sözlerin baş ağrılarımı dindirdiğini bile söyleyebilirim.

ardından sonbaharı yavaş yavaş geride bırakırken vize haftalarımı atlatıyorum, ki günlerce esin ve erdem'le kütüphaneye gidip durduğumuz için artık evi bile özlemiştim. açıklanan notlardan iyi aldım hatta laboratuvar kısımlarını da profesyonelce tamamlamıştım. sınavlar sonrası keyfim biraz olsun yerinde ve uzun zamandır midem de bulanmıyor. ruhen ve fiziken küçülmem duruyor gibi.

böyle böyle kasım bitiyor ve kış mevsimine giriyoruz. benim ayıma giriyoruz. aralık geliyor. montlarımızın önünü kapatıyoruz, botlarımı giyiyorum, yorganımı boğazıma kadar çekiyor ve ağırlığı altında eziliyorum.

sonrasında iyi şeyler olmaya devam ediyor: aralığın ilk haftasının bitimine doğru babam çıkageliyor. elinde küçük, minicik bir kedi yavrusuyla beraber. arabasını her zamanki yerine park ediyor, kabanını kapının arkasındaki askılığa asıyor, terliklerini giyiyor, üçlü koltuğun sol köşesine oturuyor. babam geliyor. kediyle hem de. koca adamın kucağında kıvrılmış küçük siyah bir leke halinde oturuyor.

eda ile tanışıyor, konuşuyorlar. egemen'le şakalaşıyorlar, ikisinin ayrı bir dinamiği olmuştur hep. benimle daha sonra konuşacağını biliyorum o yüzden kediden açıyoruz konuyu. köyde vakitsiz doğduğunu ve bu soğuklarda dışarıda kalmasına gönlünün el vermediğini söylüyor. küçük titrek hayvan cidden simsiyah, tek bir beyazlık gözükmüyor. gözlerini göremiyorum çünkü babamın sıcaklığından uyuyakalmış. kesin kaybolacak diye bir korku kaplıyor içimin tenha bir köşesini, avcumun içine sığabilecek bir canlı nasıl olur da bize emanet kalabilir? kaybolacak diye ödüm kopuyor.

salonda dördümüz beraber biraz vakit geçirdikten sonra egemen konuşulan konuyu birden değiştiriyor. "dayı sen istersen büşra'yı da al kediyi bi veterinere kontrole götürün. mama falan alın biraz, aç kalmasın hayvan. biz de yemek hazırlarız siz gelene kadar."

babam beni şaşırtarak yorgun olduğunu falan iddia etmiyor. parmakları arasında kaybolan incecik yavruyu alıp yeniden giyinip kuşanıyor, dışarıya atıyoruz kendimizi. arabaya binmeden önce kediyi bana uzatıyor, ufaklıkla ilk temasımız böylelikle gerçekleşiyor. o kadar küçük o kadar çelimsiz ki sarıp sarmalamak istiyorum bir de kocaman bir kova dolusu mama yedirmek. arka koltuğun ortasına geçip bacaklarımın üstüne koyuyorum onu. ne yazık ki babam kadar sıcak değilim o yüzden uyumak yerine güzelce oturuyor kucağında. iki kulağının arasını okşuyorum parmağımla. gözleri maviymiş. bir ipten farksız kuyruğu sallanıyor keyiflice.

"sevdin herhalde?" dikiz aynasından izlediğini görüyorum, otobana çıktığımızda soruyor.

"çok tatlı," diyorum sadece, parmağımı çenesinin altında oynattığımdan gözlerini kapatıyor ama uyumadığını anlayabiliyorum. sevmedim desem yalan olur.

"sınavların nasıl geçti?" bambaşka bir yere saptırıyor, en son annemle de kendisiyle de vizelerden önce konuştuğumdan dolayı güncelleme yapamadığım geliyor aklıma.

"iyi geçtiler. bazıları açıklandı düşük notum yok."

seviniyor, aferin diyor. sonrasında aklına bir şey daha geliyor, gözlerini yoldan ayırmadan hızlıca konuşuyor. "cengiz abiyi hatırlıyorsun değil mi? geçenlerde bahsi geçti konuşurken, bir sonraki sezon fabrikalarında mühendis alımı yapacaklarmış. eğer kızın beğenirse gelsin çalışsın dedi. haber vereyim dedim."

denememelerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin