çocukluklar ve derinleri

161 24 41
                                    

içimde kendim için tuttuğum bir yas birikintisi var. böyle, yıkılmama ramak kalmış çaresiz ama yardım isteyemeyecek kadar yalnız hissettiğim zamanlarda ortaya çıkıyor. tomurcuklanmış çiçekleri kurutan ayazlar gibi bu kasvet de benim umutlarımı söndürüyor. üzülüyorum kendime. üzülüyor annem bile.

buraya geldiğimden beri nasıl olduğumu sorup duruyor. zira yüzüm sirke satıyor. bir şeylerin yolunda olmadığını söylemesi için annem olmasına gerek yok fakat bazı şeyleri yoluna sokabilmem için annem olmasına ihtiyacım var. annemle ise öyle bir bağım hiçbir zaman olmadı. o yüzden geçiştiriyorum sorularını. düz mantıkla bakıldığında sadece konuşmakla bitecekmiş gibi gözükse de içimde anneme dair yama yapmak zorunda kaldığım bir sürü alan var, görmezden gelemiyorum. yokluğunu kabullenmediğim gibi varlığını da kabullenemiyorum.

canım sıkılıyor. çok sıkılıyorum fakat eve geri dönecek gücüm yok. kafamı kendimden ve eda'dan uzaklaştıramadım. geri gidemem o yüzden burada dışarıya çıkmaya başlıyorum. gelişimin üçüncü günü sahil kenarına gidiyorum. sigara içesim geliyor. kaç gündür içmediğimi göz önünde bulundurduğumda neden bu kadar istediğimi anlıyorum. denizi izleye izleye bir saatten uzun bir süre geçiriyorum. biraz düşünüyorum, biraz dolanıyorum, yorulduğumda ise eve dönüyorum. annem yemek yapmış. dışarıda simit yedim diyerek azıcık yiyeceğimi kabul ettiriyorum. öyle de yapıyorum, altı veya yedi kaşıklık bir yemekle doyduğumu belirtip salona gidiyorum. annemle televizyon izleyerek geceyi ediyoruz.

ertesi gün daha erken çıkıyorum evden, öğleden önce. alışveriş yapasım geliyor, ki yapma alışkanlığım yoktur, sırt çantamı alıp bir dolmuşa atlıyorum. çarşının ortasında herkesin araçtan indiği bir noktada atıyorum kendimi dışarı. serin ve esintili bir gün oluyor. yavaş yavaş yürümeye başlıyorum.

telefon kılıfçıları, simitçiler, restoranlar, kafeler, ağaçlar ve banklar ve insanlar. ne alacağımı bilmediğim için ağır ağır ilerlediğim sokaklarda gözüme kestireceğim ilk yere girmeye karar veriyorum. güzel bir çanta mağazası görüyorum, çanta ihtiyacım olmasa bile içeri giriyorum. derilerden kumaşlardan büyüklü küçüklü çantalar dizili. bir süre müşteriler arasına karışıp tüm mağazayı inceledikten sonra bir şey almayacağımda karar kılıp dışarı çıkıyorum.

ardından bir kırtasiyede buluyorum kendimi. yaklaşık kırk dakika her şeyi incelemeye ayırıyorum. kocaman bir alanmış çünkü. en sonunda kendime epey havalı bir tükenmez kalem ve böceklerden oluşan etiketler alıyorum. yeniden sokağa çıktığımda iyi hissediyorum.

sonraki durağım bayağı kalabalık olan bir doğal taş dükkanı oluyor. renk renk parlayan kristallerin şekillerini ve anlamlarını incelemek için bir süre de orada harcıyorum. bir şeyler aldırmak için oldukça hevesli olan satıcı ablanın önerisi ve övgüleriyle kendime bir kolye alıveriyorum. saçlarımı çok beğenmiş. siyah bir ip üzerine yıldız şekilli bir lapis taşı geçirip uzatıyor bana satıcı abla, hem yay burcunun taşıymış hem de ruhsal çöküntülere iyi geliyormuş. göreceğiz diyerek çantama atıyorum kolyeyi, akşam arındırmam gerekiyormuş.

hazır takılardan başlamışken bir de tokacıya uğruyorum yol üstünde. içerideki aynalar ve ışıklandırma bana tam olarak doğum günümün gecesi eda ile girdiğimiz o dükkanı hatırlatsa da kendime gelmem uzun sürmüyor. küpelerim eskimişti, onların yerine takmak için güzel modeller arıyorum. küpe reyonunda kendime uygun bir şey bulmak ise genelde çok beceremediğim işlerden olsa da yaklaşık on dakika sonra bir çift gümüş parça seçebiliyorum. eve dönünce anneme taktıracağım. bir de kıkırdağımdaki piercing için farklı bir şey alınca oradaki işim de bitiyor. yeniden sokağa çıktığımda bu sefer giysi mi alsam diye düşünüyorum. ne zamandır kendime giysi almadığımı hatırlıyorum. yürümeye devam ediyorum.

denememelerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin