koluma birkaç kez dokunan parmaklar sebebiyle uyanıveriyorum. odadaki ışıklar kapatılmış, dışarıdan gelen loş aydınlık sayesinde yanımda dikilenin eda olduğunu anlayabiliyorum. "yanında yatabilir miyim?" diyor. sersem sersem kenara kayıyorum.
hızlıca ve bana çok dokunmamaya çalışarak yanımda kıvrıldığında buz gibi olduğunu hissediyorum. uykum açılıyor biraz. "üşüdün mü?" diye soruyorum.
"şey korkuyorum." fırtınanın devam ettiğini o an fark ediyorum. bir şimşek çakıyor bu cümlesinin üstüne. birkaç saniye sonra da gök gürlüyor ve gözlerini sımsıkı kapattığını görüyorum yarım yamalak. gülesim geliyor ama gülemiyorum. uykum var.
ege'nin yanına niye gitmedi acaba diye düşünüyorum ilk. üçlü koltuk iki kişi için fazla mı dar? eğer ege burada yatıyor olsa yine yanıma mı gelirdi yoksa burada ege ile mi yatardı? al işte, keyfim kaçıyor.
"çok sıcaksın." diyor.
"hmm?"
yatakta dönüp yüzünü bana çeviriyor. epeyce karanlık olsa da gözlerini seçebiliyorum. "uyuyor musun?"
"uyuyordum."
"şimdi?"
"uyuyacağım."
"esin'de üç gün kalacağını söylememiştin."
"ani gelişti."
"bal seni çok özledi."
"ben de onu."
kaşlarını çatmıştır diye varsayıyorum. neden böyle davrandığıma anlam verememiş olmalı çünkü ben de bir anlam veremiyorum. eda bana bir şey yapmadı ki.
"iyi uykular." diyip hızlıca arkasını dönüyor. başlatmaya çalıştığı sohbetin önünü kestiğim için aniden çok suçlu hissediyorum. içimden tekrar ediyorum, eda bana bir şey yapmadı ki, eda bana bir şey yapmadı ki.
bir şimşek daha çakıyor ve odanın içine bir anlığında güneş doğuyor, ardından kısa süre sonra gök gürlüyor. fırsat bu fırsat diyerekten kolumu onun beline atıyorum, elimin altında kasları gevşiyor, nefesleri düzeliyor. kendimi belki bir belki iki santim ona doğru iterek, "ben de seni özledim." diyorum. gülümsüyor. ama daha fazla konuşmuyor sanırım uykuya dalacak.
ben de uyuyorum. gecenin bir vakti keyifleniyorum.
iki gün sonra finallerim başlıyor. hepsine şöyle böyle hazır bir şekilde giriyorum. vizelerde olduğu gibi evden başka yerlerde kalmıyorum, akşamlarım odamda masamın başında geçiyor. çay içmiyorum, biraz süt eklediğim filtre kahve ile takılıyorum, evde çay demlenmiyor kimse tarafından. genelde gece yarısından sonra yatağa giriyorum ve genelde de yatağımın dış tarafındaki kenarında kıvrılmış uyuyan bir beden buluyorum. ne ara edindiğini bilmediğim bu alışkanlığı beni pek de rahatsız etmiyor. ancak fırtınalı gece yaptığım gibi elimi beline dolamadım hiç. duvara yaklaşıp varlığının tadını çıkarıyorum sadece.
okulda her gün gördüğüm ikilinin yüzüne bakarken bile utanıyorum zaman zaman, her gün yeni bir gelişme var mı diye soruyorlar ancak henüz aklımı dengeleyemediğimden nasıl bir cevap bekliyorlar anlamıyorum. yanımda yatmaya başladığını söylüyorum günlerin birinde. o kadar heyecanlanıyorlar ki buna bile şaşırıyorum. eda'dan ne beklediğimi bilmiyorum.
küçük şeylerimle yaşayan sonra onları kaybeden sonra yavaş yavaş onları yeniden kazanırken köşede bucakta eda'dan parıltılar arayan birine dönüşmüşüm. bunun bir adı var mı emin değilim ama arkadaşlık diyemem buna, ben ne esin'e ne de erdem'e böyle bakıyorum böyle ihtiyaç duyuyorum çünkü. hoşlantı kadar basit ve kesin bir şey de değil oysa. ondan parçalar taşıyorum, onu aklımda taşıyorum, okuduğu izlediği dinlediği şeyleri tekrarlıyorum belki onun bıraktığı sıcaklığın üstünden geçerim de ısınırım diye. garip bir muhtaçlık hali. içimi kıpır kıpır da edebiliyor hareket etmeyeyim diye soluklarımı da durdurabiliyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
denememeler
Художественная прозаgxg günlerim kayıyor dünlerim kanıyor her şeyim yanı başında yanıyor ama yarın olmuyor