dolu ellerle ve derin nefeslerle kendimi eve attığımda saati dokuzu biraz geçmiş buluyorum. etraftan çıt çıkmıyor. son birkaç günüm göz önüne alındığında biraz garipsemiyor değilim, en azından eda'nın açtığı bir şarkının hareketli ritimlerine yahut televizyondan bir diyalog sahnesine adım atarım diye düşündüğümden oluyor böyle. saatimden ses yok, mutfaktan ses yok, evde başka ses çıkabilecek yer yok.
bir çırpıda odama gidiyorum, pijamalarımı giyince salona dönüyorum ve üçlü koltukta eda'nın uyuduğunu görüyorum. hayır lütfen daha fazla uyuma diye geçiriyorum içimden, bir şey göstermem gerek sana. üstüne bir şey almamış birazcık da üşümüş olmalı ki bacaklarını kendine kıvırmış. bedeni oturmayı pek sevmediğim koltuğun minderlerine gömülmüş, akşam olduğundan koyu gözüken saçları omzunun kenarından aşağıya dökülmüş, yüzü biraz üzgün gibi ama uyanmasına ihtiyacım var çünkü benim bugün iflahım sökülmüş.
"eda" diye fısıldıyorum ilk önce. sahip olduğumuz sessizlikleri bozan ilk kişi olmam çoğunlukla. "eda." fısıltımı şiddetlendiriyorum. "eda uyan." konuşma seviyesine çıkıyor böylece sesim. "edaaa."
uyanıveriyor. başta biraz korkuyor tabii ama normale dönmesi uzun sürmüyor. "aa hoş geldin," uykulu sesini ilk kez duyuyorum. "hoş buldum. uyandırmak istememiştim ama rahat değilsin diye-" bal gibi de yalan, üstüne örtü atıp bırakabilirdim mesela.
"yok yok iyi yaptın sağ ol. yoruldum bugün biraz o yüzden yığıldığım gibi kalmışım böyle."
toparlanıyor, dizlerini aşağıya sarkıtıp doğruluyor, elini saçlarından geçirerek yüzünü ovalıyor. "ne zaman geldin sen?"
"beş dakika önce falan."
"aç mısın?"
"değilim. sen?"
"biraz açım. bir şeyler mi söylesek?"
gülümsüyorum. "bekle bi dakika." ayağa kalkıyorum, koridora ilerleyip gelirken elimde taşıdığım poşeti salona getiriyorum. tam kucağına bırakıyorum.
"bunlar ne?" ne olduğunu bilmediğinden değil, şaşkınlığından soruyor bunu, cevap vermeyi gereksiz buluyorum.
biraz abur cubur, biraz içecek, bir tane de seveceğini düşündüğüm küçücüğünden bir pasta. hepsi onun, hepsini ona aldım. "ilk iş günün için. ama doymam dersen yemek de söylersin." yüzümde öyle onunki kadar parlak bir ifade yok, büyükçe gülümseyemem de zaten ama başını kucağından kaldırıp bana baktığında diyorum ki çok iyi yapmışım. iyi ki yapmışım.
"çok teşekkür ederim, zahmet etmişsin."
"rica ederim, afiyet olsun."
eda kalkıyor, pastadan başlayarak her şeyi masaya diziyor, ardından mutfağa koşuyor. "bana çatal getirme!" diye bağırıyorum. hemen geliyor, eda çok hızlı gidip geliyor. elinde bir çatal var. gülümsüyorum, bugünü sadece bir kahve ve elma ile kapatacak olmanın bilinci beni mutlu ediyor.
pastasını kutudan çıkarıyor ve ifadelerini izliyorum, çok sevmişe benziyor gerçekten de. yemeyecek olduğumu bir kez daha teyit ettikten sonra da ilk lokmasını ağzına atıveriyor.
beğeniyor.
ben mutfağa gidip kendime su ısıtıyorum, biraz ıhlamur bırakıyorum demlenmesi için ardından yeniden yanına dönüyorum. gününü anlatmaya başlıyor sonra.
tüm işi gücü türkçe bilen ve özellikle de bilmeyen insanların ona yönlendirilmesi sonucu onlara bilet kesmek veya bilgilendirme yapmakmış. bünyesi öylesi bir tempoya alışık olmadığından birazcık yoruluvermiş eve gelir gelmez uyuyakalmış. pek beklediği gibi bir ortam bulamamış ama yine de şikayetçi olmamış. alışacağından emin ve kazanacağı paradan memnun.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
denememeler
Algemene fictiegxg günlerim kayıyor dünlerim kanıyor her şeyim yanı başında yanıyor ama yarın olmuyor