yataklar ve minderleri

254 15 22
                                    

dolabımın üstündeki minderleri indirip edaya kalın bir yatak hazırlıyoruz yatağımın hemen yanında. eda çarşafını seriyor, ben yastığının kılıfını değiştiriyorum, örtüsünü getiriyor ve her şeyi hazır olunca oturuyor içinde. kediyi bağdaş kurduğu bacaklarının üzerine alıp sırtını bazama yaslıyor, böylelikle uyumayacağını anlıyorum, telefonunun ekranını açınca ben de sigara içmeye balkona çıkmaya karar veriyorum.

ben kapıya yanaşınca bakışlarını üzerimde hissediyorum, nereye gittiğimi soruyor, nereye gittiğimi söylüyorum. geleyim mi diye soruyor, gel diyorum. ayağa kalkıp kediyi yere bırakıyor, hırkasını geçiriyor üstüne sonra adımlarımın arkasına kendininkileri diziyor. balkona çıkıyoruz, gelmeyi kendisi istediği için sigaramın ucunu ateşe dayamaktan çekinmiyorum bu kez, buruk tat ağzımı doldurup da dışarıda beyaz dumanlara karışınca karanlıkta oturan bize bakıyorum. eda kollarını birleştirmiş biraz da kambur duruyor, yanımda ama çok da yakınımda sayılmaz, bu gece biraz fazla karanlık gibi dudağının kenarındaki noktayı göremiyorum.

"kedinin adını ne koyacaksın?"

omuzlarımı silkiyorum, bu hareketime bir son vermem gerekiyor artık diye düşünüyorum bir yandan da. "bilmiyorum ki. var mı senin aklında bir şey?"

bu kez geniş omuzlarının havalanıp indiğini görüyorum. benim ise sağ bacağım solumun üstünde, sadece sol terliği giymişim çünkü diğer eşi eda'da, sağ elimdeki beyaz çubukla her zamanki sefaletimdeyim. havalar artık serinliği bırakıp nefes kesici soğukluğa ulaşmış, ellerim de hem çarpık çurpuk hem de donmuş üzüm dallarına benziyorlar. üşüyorum ama canım acımıyor, gariptir.

"yarın erdem'le akvaryuma gidecektik ama teyzesi hastaneye kaldırılmış iptal ettik. zaten babam da geldiği için evde kalırım ben de büyük ihtimalle."

"akvaryum mu?"

mırıldayarak onaylıyorum. "zaten vardı, gidiyorduk da hatta ama tadilat mı ne öyle bir şey yapıyorlardı. vizelerden sonra gideriz demiştik."

"gidersiniz ya. haftaya gidersiniz işte."

omuzlarımı silkesim geliyor ama silkmiyorum. gözlerimi kapatıp bir nefes çekiyorum. "köpekbalığı getirmişler diye duydum. bayağı büyükmüş. onu görmek istiyordum." büyük şeylerden korkarım hele bir de büyük köpekbalığı ise daha çok korkarım. bir kabusa dönüşür de beni meşgul eder belki. deney tüplerinden ve yanmış tütünlerden çekilir ellerim. nefeslerim kesilir, korkarım, bir şey hissederim falan. hem belki biraz güneş balığı da görürüz ya da palyaço balığı.

"balıkları sevdiğini bilmiyordum."

"gün içinde en çok düşündüğüm şey olabilirler." belli belirsiz bir sırıtış oturuyor ağzıma.

ilgisini çekiyorum böylelikle. oturuşu dikleşiyor, terlik giymeyen ayağını katlayıp sandalyesine kaldırıyor. körükleyici bir şey demiyor ama anlatmak istiyorum o yüzden anlatıyorum. besin zincirlerini, en küçükten en büyüğe nasıl da bağlantılı olduklarını, uyuyanlarını ve uyumayanlarını, ölümlerini ve kemiklerini düşündüğümü anlatıyorum. bir sigara daha yakasım geliyor. bu seferkinde biraz çekingen olsam da eda'da rahatsızlık ibaresine rastlamadığımdan sorun etmiyorum. üşüyoruz azıcık ama olsun.

sonra kedilerden bahsediyor bana. ben nasıl balinaları mercanları kaplumbağaları düşünüyorsam o da kedileri düşünüyormuş. gördüğü her bir kedinin suratına dikkat ediyor, göze çarpan ya da çarpmayan tüm güzelliklerini aklına kazımaya çalışıyormuş. bazı insanlar kedileri severmiş ama eda kediler için canını verirmiş. bileğindeki bileklikteki kedi de sadece sembolikmiş o aslında dünyadaki her kedide kendinden bir parça bulabilirmiş.

denememelerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin