anlamsızlıklar ve çekingenlikleri

182 17 54
                                    

doğum günümden sonraki sabaha bembeyaz sokaklar ve de bembeyaz çatılarla uyanıyoruz. evin içine giren ışıktan tutun da yüzümüze gelen aydınlığa kadar her yer parlamakta. musmutlu uyanıyorum. çok uzun zamandır ilk kez mutlu uyanıyorum.

kahvaltı yapıyoruz hep beraber, ben okula gitmeyeceğim ancak eda işe gideceği için sahip olduğumuz o kısacık süreyi değerlendirip kapıya çıkıyoruz. minik, minnacık bir kardan adam sürüklüyoruz apartman girişine, her bir topu avuçlarımızın içi kadar. bana diyor ki ben gelene kadar bunu tamamlar mısın? ben de tamamlarım diyorum. eda gidiyor, ben sabah yediğimiz zeytinlerden iki tanesini göz yapıyorum, kalemlerimden biriyle burun yapıyorum, bir de atkımı boynuna sarıyorum ve olmayan ağzını da örtmüş bulunuyorum.

fotoğrafını çekip eda'ya gönderdiğimde aşırı beğendiğini söylüyor. akşam döndüğünde beni dışarı çağırıyor, üçümüzü içine alan birkaç fotoğraf da o çekiyor.

ilerleyen günlerin birinde egemen tutturuyor küçük bir yılbaşı ağacı alalım. bal'a zarar gelmeyeceğini güvence altına aldıktan sonra alışverişe çıktığımız bir vakit sepete atıyoruz bir ağaç. ege ile süsleri seçip bir yığın ışıltılı ve toplu süs alıyoruz. o kadar fazla oluyorlar ki bir çoğunun ağaca sığmayacağı aşikar. bu yüzden fazlalıklarla uğraşmak istemiyorum ve ben babamla bir kenara çekilip çayımızı içerken diğer yandan da hangi süsü nereye takmaları gerektiği hakkında beyin fırtınası yapan ikiliyi seyrediyoum. daha doğrusu saçları sarı olan birisini kaptırmış izlerken buluyorum kendimi.

içimde patlayan isteği tutamıyorum ne yazık ki. ikilinin fotoğrafını çekme bahanesiyle önce egenin telefonunu alıp özensiz iki üç fotoğraf çektikten sonra kendi telefonumla birkaç tane de özenlice yapıyorum bu işi. kendime. sadece benim görebileceğim şekilde.

sonra odama gidip masama oturuyorum, çekmeceden bulabildiğim ilk kağıdı önüme koyup ekranda gördüğüm şeyi kaba taslak biçiminde aktarmaya başlıyorum. dimdik sırtını çiziyorum, başının boynunun kavislerini, dalgalı saçlarının açık renkli kısımlarının üstünden az geçiyorum, ışıklandırma işlerinde çok iyi değilimdir zaten. ağacın dallarına uzanan ellerini de ekliyorum kabaca, yanına ege'yi çizsen mi çizmesem mi diye düşünüyorum ama vazgeçiyorum. bu resim o anın büyüsüyle alakalı olmalı. işim o kadar uzun ve titiz sürüyor ki odanın kapısının açıldığını eda'nın varlığını hissedinceye kadar fark etmiyorum bile. elimle kapattığım kağıdı görmesine izin vermeden ona dönüyorum. meğer uyumaya gelmiş. iyi geceler diyorum. iyi geceler balım diyor.

yılbaşına günler kala vaktim sanki ben havada süzülen bir toz tanesiymişimcesine geçiyor. herhangi bir şeyin farkında olmadan, farkına varmaya bile çalışmadan, yaklaşan final sınavları stresinin hafif kamçıları altında geçiriyorum o günleri. saatten saate yağmış karlar eriyor, öte yandan güzel bir indie şarkının introsu gibi bitmek bilmiyor aralık ayı. ellerime bakmak beni boğmuyor veya üşütmüyor, çayıma bal karıştırma fikri ürkütmüyor veya ağustos böceklerim karıncalarıma küsmüyor. hava eksilerde seyretse bile hayatıma bir kart açılıyor, kartın üstünde kupa dokuzlusu yazıyor.

yatağımın kenarında duvara yaslanmış bir şekilde bir yandan ders çalışıp bir yandan beni utandıracak karalamalar yaparken telefonum çalıyor. erdem arıyor. hayırdır inşallah diye düşünerek telefonu açıyorum. "kanka tunalı'da bi binanın tepesine çıkıcam gelir miydiniz? manzarası çok iyi."

"esin geliyo mu?"

"önce seni aradım. sen gelirsen o da gelir zaten."

"tamam ben gelirim. eda'yı da alayım mı?"

"olur kanka."

gün batımına iki saat var. içeri gidip ege'nin dizlerine bacaklarını uzatmış eda'yı buluyorum. üçlü koltuğun arkasına başımı yaslayıp sarışına dikiyorum bakışlarımı. "dışarı çıkıyorum, gelecek misin?"

denememelerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin