günlerim yanıbaşımdakine özlemle dolup taşıp haftalara dönüşürken ve benim eda'ya yanmalarım, sönmelerim, buharlaşıp yeniden yağmalarım bitmezken monotonluktan çıktığımı hissediyordum. yeri geliyor arsız bir cesaret ile dolup taşarken boynundan tutup öpmek istiyordum yeri geliyor yeryüzünün görüp görebileceği en büyük mahcubiyeti sırtımda taşıyor kendi boynumu büküp ellerimi seyrediyordum. kendimi o olmak isteyecek kadar kıskanç onun olmak isteyecek kadar mağlup hissediyordum.
son zamanlarda o kadar da kötü değildim.
fizyolojinin anatominin bilimin matematiğin bile tanımı değişmişti benim için, artık kanımı temizleyen karaciğerim değildi edaciğerdi. ekolojik terimler yenilenmişti artık edafiloglar toprak yapısını değil eda'nın gözlerini inceliyordu. tüm çiçekler sıraya girmiş gibiydi eda benim gibi koksun diye. sanki tüm dünya onun etrafında dönüyordu da farkında olan tek varlık bendim.
kafa karışıklığı onun için sineye çekilmiş bir duruma dönüşmüştü, mart ayını bitirmek üzereydik, bazı ağaçların tomurcukları yeni yeni başlamıştı şişkinleşmeye, egemen'i bir tık daha sık görmeye başlamıştım fakat garip olan şey bu kez eda'nın ona çok pas vermemesiydi.
salonda bile olsak artık son günlerde favorisi benim gözetmenliğim altında gitar çalmaktı. ege'dense bana öğrettiriyordu. daha kolay anlıyormuş. daha hızlı öğreniyormuş. önce birkaç popüler şarkı ile öğreniyor. basit akorları öğrenene kadar birkaç gün geçmiş oluyor zaten. peşinden gelen öğrenmişlik gururu ile bazı favori şarkılarını çalmak için ısrarcılık yapıyor. eda'nın sesini çok seviyorum. parmaklarını da çok seviyorum. beceriksizliği ise pek alışık olmadığım bir şey dolayısıyla bu üç kombinasyon birleşince mecbur videoya çekiyorum. on yıl sonra falan televizyona takıp izler belki.
kovalayan günlerden birinde hafta sonu dördümüz de evdeyiz. babam ayağa kalkıp salondan bir yerden alet çantasını çıkartıyor. "ben şu bahçedeki ağacı budamaya gidiyorum." diyip çıkıyor.
egemen babamın arkasından gidiyor, ikisi de mutfak penceremizin önüne geçiyor, biz de bir süre onları seyrediyoruz. dördümüze kahve yapıyorum, pencereden uzatıyorum, onlar da kaldırım kenarında içiyorlar kahvelerini. saatler sonra mutfak penceresinin önü apaçık, ağaç da sağlıklı ve mutlu ve ferah gözüküyor.
değnek kraliçesiyim son zamanlarda. içimin içime sığmama durumu da söz konusu, anlık cesaretlerle dolu dolu şeyler yapmam da. bunu spesifik olarak onu izlerken veya ona bakmak için döndüğümde zaten beni izliyor olduğunu anladığım anlarda hissediyorum. ona varımı yoğumu anlatsam daha fazla ne yapabilir ki mesela? ne kadar uzaklaştırabilir ki beni, ne kadar uzaklaşabilirim ki ondan? rüyasında görse beni, elimde ayçiçekleri tutsam uyanınca itiraz edebilir mi?
o hafta sonu da bitiyor. pazartesi akşamındayız, gündüz hocamla yaptığım görüşmelerim doğrultusunda projelerimin gelişme aşamasını yazmaktayım. eda yatakta oturuyor. sandalyeyi her çevirdiğimde bana baktığını görüyorum. dil çıkarıyorum. "bakma bana nazar değdireceksin." diyorum. ılık ılık şeyler akıyor içime ama anlatamıyorum bunu ona.
"değdirmem ben nazar, bir şey olmaz."
"olursa çok kötü şeyler olur haberin olsun."
"hmm. ne kadar kötü şeyler?" dirseğini bağdaş kurduğu dizinin üzerine yaslayıp çenesini de avcuna bırakıyor. bu akşam topuz yapmamış, salık saçları uzamış bayağı, bir perde gibi dökülüyor beline doğru. masamdan ve duvarlarımdan gelen sarı tonlu ışıklar parlıyor üzerinde ve güneş gibi sıcak bir hava yayıyor odaya. bal dizlerinin yanında kıvrılmış uyuyor mesela, kocamanlaşmış kedi bile onun sıcaklığına karşı koyamıyorken büyümeyi yeni öğrenen benden böylesi hareketler beklenemez zaten.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
denememeler
General Fictiongxg günlerim kayıyor dünlerim kanıyor her şeyim yanı başında yanıyor ama yarın olmuyor