çatıya çıkmak istiyorum. kocaman eğimli bir çatıya çıkıp aşağılara yahut aşağılarıma bakınmak istiyorum. yedi veya sekiz metre iyi midir? iyi bir yükseklik midir? çünkü eğer o an aklımdan geçerse o çatıdan atlamak istiyorum ve ruhumu darlamak istiyorum ve yere çarptığımda çatırdamak istiyorum. o kadar yüksekteyken tanrı şeytan melek kelebek ne varsa olmak istiyorum ama aşağıya düşerken sadece bir kahraman olarak göreceğim adımlarımı.
pilot mu olsaydım acaba? yedi sekiz metreyi geçiyorum yedi bin sekiz bin metreyi bile aşardım. leb demeye başlamış iken lebiyi duymadan önce adımlamış olurdum havada. kendi sesimden hatta kendi gölgemden hızlı düşebilirdim yere. niye pilot olmadım ki ben?
sanırım hiç zorlanmadım veya heveslenmedim. ellerim ayaklarım adımlarım küçücükken yükseklere baktığında bulutları görürdü ve aşağıya baktıklarında ise karıncaları. kim bilebilirdi yirmilerimin yaşlılığında yukarıya bir göz attığımda düşündüğüm tek şeyin atlamak olabileceğini? bir pilot bunu istemez. bir uçurtma bunu istemez. bir melek bunu istemez.
kapımın tıklatılmasıyla gözlerimi telefonumdan ayırıyorum ve aralanan kısımdan eda'nın kafasını görüyorum. "günaydın! nasıl oldun?" diyor. dün geceki halimi gördüğünden ötürü sorduğunu idrak ediyorum. "iyiyim. daha iyiyim." bugün cumartesi olmasa daha iyi de olabilirdim.
"şey sana bir şey sorabilir miyim?"
"sor."
tamamen içeri atıyor kendini. normalde bunu her yaptığında bir yandan duvarları inceler fakat bu kez yalnızca bana bakıyor. "dışarı çıkalım mı? egemen'e sordum ama çok yorgunmuş ve dinlenmek istediğini söyledi. ben de senden isteyeyim dedim."
"olur. ben de sıkılıyordum zaten."
"tamam o zaman hazırlanayım ben."
cumartesi serinliği ve cumartesi sessizliği içerisinde ayaklanıyorum. hazırlanıyorum. bugünden bir beklentim yok ancak kötü geçeceğini de düşünmüyorum. artı olarak eda bu arkadaşlığı kazanmak için çabalamakta. onun gözünde ne kadar kaba gözüktüğümü bilmiyorum ama daha fazla kaba olmaktan endişelenmekteyim. çocukça bir endişe diye nitelendiriyorum bunu zira kaba görünmemek lisede kalmamış mıydı?
önde o botlarıyla arkasında ben vanslarımla beraber sokağa atıldığımızda ise çok geçmiyor sarı saçlı arkasına dönüveriyor. "ben çok açım. sen de aç mısın?" kafamı iki yana sallıyorum. "ne yemek istersin?" diye soruyorum konuyu bana getirmesine izin vermeden. bölgeyi iyi bilmemesi işime geliyor.
"bilmem ki sen ne seversin?"
"bana fark etmez. buraları öğrenmek isteyen sensin o yüzden seveceğin yerleri bilmek istersin diye düşündüm."
"börekçi biliyor musun hiç? canım börek çekiyor ne zamandır? sever misin sen?"
"bilmem." bilmiyorum börek seviyor muyum sevmiyor muyum.
"börekçi mi bilmiyorsun? haritadan baka-" lafını bölüyorum. "biliyorum biliyorum. gel böyle gidiyoruz."
ardından önde vanslarımla ben arkamda botlarıyla o yürümeye devam ediyoruz. sokakları adımlarken binaların çatılarını izliyorum. yanındakinin konuşacak konu bulmaya çalıştığını anlıyorum ama durumu onun için kolaylaştıracak kadar sosyal zekam yok. bu yüzden rahatsız etmemeyi tercih ediyorum. uzun sürmüyor da şayet. merkezi bir yerde olmamız sayesinde kısa süre içinde varıyoruz açıldığı günden bu yana bir kere bile uğramadığım börekçiye.
eda beğeniyor mekanı ve caddeyi görebileceğimiz kenar masalardam birine yol alıyor. sabahın erken saatleri olmasına rağmen birçok insan kahvaltı yapmaya gelmiş. sebebinin ne olabileceğini sorgularken aklıma bugünün cumartesi olduğu geliyor ve sessiz bir kabullenmeyle eda'nın karşısına oturuyorum. sırada ise günümün en zor anı var ve bunun gerçekten de en zoru olduğuna adım kadar eminim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
denememeler
General Fictiongxg günlerim kayıyor dünlerim kanıyor her şeyim yanı başında yanıyor ama yarın olmuyor