ama aslında yükseliyorduk dünyadan

110 12 4
                                    

Geçen birkaç hafta oldukça doludizgin ilerlemişti. Jimin misafir olarak geldiği bu küçük evin üçüncü bireyi olmuş ve tamamen yerleşmişti.

Yoongi bile demeden Namjoon'un onu hemen bu eve alışı içten içe o kadar mutlu etmişti ki onu ona da abi diyordu bazen.

Annesinin, yine yıllar önce babasını aldattığı kadına gittiğini öğrenmişlerdi. Bu kişinin yıllarca evlerine girip çıkan halaları olduğunu biliyor olmak ve resmen annesinin ona gitmiş olması başlarda çol garip hissettirse de alışmışlardı bir şekilde. İnsan bir şekilde hep olmak istediği yere çekiliyordu sanırım.

Babaları ise çok uğraşmadan annelerini bulmuş fakat bir şey yapmadan sadece boşanma evraklarını uzatıp tek bir kelime bile etmeden çekip gitmiş birkaç günlük sessizliğin ardından da kendisinin dışında herkesin eşyalarını kapı dışarı etmişti evden, zaten bu iki kişinin asla beceremediği ebeveynlik yüzünden iki çocuğunun da eşyaları son zamanlarda birer birer eksilmişti o dört duvardan öteye gidememiş yerden.

Boşanma işlemleri ise iki taraf da istediği için uzun sürmemiş hiçbir zorluk çıkmadan hallolmuştu. Yoongi ise yaşanan tüm bu olaylar için ne düşünmesi veya ne hissetmesi konusunda çıkmazda hissetmişti uzun bir süre. Kabullenmek istemiyordu, bu ailede belki de en çok yerilen en çok dışlanan kişiydi fakat buna rağmen bu birlikteliğin bozulmasını en çok istemeyen kişi de oydu.

Belki de bu, kendini tanımaya başladığından beri içinde asla doldurulamayan o aile olamamanın boşluğundan dolayıydı.

Ailemiz dağıldı, diyip durmuştu başta, Jimin ise bizim toplu bir ailemiz var mıydı ki, diyordu ona. Fakat anlamıyordu işte sonradan anlayacaktı, birliksizliğe rağmen günün sonunda ayrı odalarda dahi olsa beraber olmak bile daha farklıydı.

Ya da o içindeki o aile özlemi onun böyle düşünüp hissetmesini sağlıyordu.

Hepimizin bazı noktlarda nükseden, çoğunlukla içinde kimi zaman beslediği kimi zaman öylece tuttuğu korkuları vardı bir su misali akıp giden vakit bazen bunları su yüzüne çıkartır bazen de minik olaylarla içten içe büyüyüp insanı yiyecek hale getirirdi.

Namjoon içindeki en büyük korkulardan birini küçükken yaşamıştı, babasının ölümü onun en büyük korkusuyken acımasız zaman öylece almıştı onu ellerinin arasından. Şimdi ise hasta olan annesinin başına her an bir şey gelebileceği korkusu onu içten içe yiyip bitiriyor her an ortaya çıkabilecekmişçesine saklandığı yerden kafasını çıkartıyordu.

Yoongi her zaman en üst düzeyde olan korkularıyla yaşardı, dışarıdan pek bir şeylerden korkmayan ve umursamaz biriymiş gibi görünse de aslında birçok şeyden korkardı. Baş kaldırdığı babasından korkardı en çok, bir gün evden kovulmaktam korkuyordu, ailesinin öylece dağılıp gitmesinde korkuyordu; o da bir bir yaşamıştı korkularını.

Şimdi ise ikisinin de en büyük korkusu bütün bu karanlığın içinde yanıp tüm soğukluğu gidermek istercesine yanan o alevin bir gün ellerinde olan veya olmayan sebeplerden dolayı sönmesiydi.

Onlar zamanla bu alevi büyütmüşlerdi; birbirlerine karşı olan sevgileri, güvenleri, dostlukları, aşkları bu alevi öylesine büyütmüştü ki tüm bu çıkan kasırga misali olaylarda en büyük tutunacak dal olmuştu ve birazcık dahi olsa bir şey kaybetmemişti kıvılcımlarından, gittikçe güçlenmişti.

Ailesinin boşanma süreci ve artık tamamen küçük eve yerleşilen zaman diliminde Yoongi iyice çalıştığı yere ve işine alışmış bir yandan işe gidiyor bir yandan da yaklaşan sınav dönemiyle derslerine asılmışlardı. Namjoon bazı günler kendi ailesinin evinde kalıyor, annesini ve kardeşlerini kolluyordu bazı günler de Yoongiye kıyasla ek mesai yapıyordu.

Annesinin durumu daha iyiydi, ilaçlar geçici süreli midir yoksa artık eksiksiz içiyor olmasından mıdır bilinmez, oldukça iyiydi.

Zor zamanlar geçirmiş olsalar da bir şekilde birbirlerine tutunarak atlatmışlardı. Fakat insan belki de insan doğasından dolayı içinin derinliklerinde bir noktada asla bazı şeyleri atlatamazdı.

Yoongi önündeki soruyu çözmesine engel olan düşüncelerinden sıyrılmak için masaya adeta yığılmış olan bedenini sandalyesine yaslayıp yanında bulunan suyundan birkaç yudum içti.

Çocuklarla beraber kütüphaneye gelmişlerdi çalışmak için çoğu derslerinin sınavını vermiş ve yarın olacak son sınavlarına çalışıyorlardı.

Tabii ki Jungkook ve Taehyung hariç.

Bakmasa bile onların sadece bir saat ders çalıştıktan sonra oyun oynamaya başladıklarını anlayabilirdi, geriye kalan masadaki herkes gibi. Ama bu konuda hepsinin dilinde tüy bittiğinden artık bir şey söylemekle uğraşmıyorlardı çünkü artık bu ikisinin laf dinlemeyeceği belliydi. Her ne kadar Jin birkaç gün önce sinirlenip "Düşük aldığınızda hiçbirimizin yanına zırlamaya gelmeyeceksiniz o zaman." demiş olsa da düşük alıp üstüne sırayla hepsinin yanında zırlayacaklarını biliyorlardı.

Bazenleri de Jimin arada sırada onlara uyup ders çalışmasını kaynatmış olsa da Yoongi'nin uyarışıyla hemen dersine dönüyordu.

Yanındaki hareketlenmelerden bakışları sevgilisine döndüğünde onun eğilip çantasından bir şey çıkarttığını görmüştü. Avuçlarındaki mandalinaları gördüğünde gözleri hemen açılmış, içi onlardan yeme isteğiyle dolmuştu.

Namjoon herkese birer tane mandalina uzattıktan sonra geriye kalan dört mandalinayı da -kendi payını da katmıştı- Yoongi'nin önüne koymuştu.

"Resmen sevgili promosyonu ama bu!" Jungkook sessizce mırıldandığında Namjoon da aynı şekilde çattığı kaşlarıyla "Elindekini de alırsam görürsün." diyip susturmustu anında.

Yoongi gülümseyip yanağına sözsüz bir teşekkür mahiyetinde peşpeşe birkaç öpücüğü kondurup anında önündeki mandalinalara gömülmüştü.

"Yavaş ye yavaş." Jin yargılayarak boğulmak istercesine mandalina yiyen çocuğa bakarak konustuğunda Yoongi de ona aynı şekilde bakmış ağzındaki lokmayı hızlıca yutup "Yoo" demiş ve çoktan ikinci mandalinayı da yemek üzere soymaya başlamıştı.

"İnanılmaz." İkişer ikişer yutan Yoongi'ye son yorumu da Hoseok yapmıştı. Sonrasında ise Namjoon'un susturmasıyla herkes önündeki soruya dönmüştü. Pardon Tae ve Kook dışında herkes.

Yoongi de Namjoon'un onun birkaç fotoğrafını çektiğinden habersiz mandalinalarını yedikten sonra kalkıp kabuklarını çöpe atmasının ardından neredeyse onbeş dakikadır bakıştığı soruyu nihayetinde çözmüştü. Bunun için sevgilisine içinden küçük bir teşekkür etmiş ve ardından önündeki soru bankasından soru çözmeye devam etmişti.

Sessizce ders çalışıyorken masanın üzerindeki Namjoon'un titreyen telefonu dikkatlerini bozmuştu.

Namjoon hemen eline alıp yan tuşuna basarak susturduğu telefona baktığında ekranda gördüğü isimle kaşları çatılmış ve kendisine merakla bakan Yoongi'ye telefonun ekranını gösterip çalışma salonundan çıkmıştı hızlıca.

Çocuklar şaşkınca bakarken Yoongi de hızla olduğu yerden kalkmış fısıldayarak "Yanına gideyim." diyerek peşinden gitmişti.

Namjoonun yanına vardığında bakışlarının endişeli bir hal aldığını fark etmemek elde dediğildi içten içe ne olduğunu merak etse de sessizce konuşmasının bitmesini bekliyordu.

"Hangi hastane olduğunu söyler misiniz lütfen?" aynı endişeli ifade Yoongi'nin de yüzünü kaplarken içindeki merak da oldukça artmıştı.

"Tamam teşekürler." Namjoon telefonu kapattığı gibi cebine atarken diğer eliyle Yoongi'nin elini tutup merdivenlere doğru yönelmişti.

"Sevgilim benimle gelmen gerekiyor." Yoongi anlamlandıramaz halde elindeki tutuşu sıkılaştırırken Namjoon'un hızlı adımlarına ayak uydurmuş kütüphaneden ayrılmışlardı.

w

artık klasiğim oldu uzun bir süreden sonra merhaba

şeyyy   sanırım bir sonraki bölüm final :')

cinnamon boy - namgiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin