*
Begin, began, begun.
Sabahın altısında terasta battaniyeye sarılmış İngilizce fiil çekimi yapıyordum. Hava soğuktu. Dağın bağrından kopan rüzgarlar iliklerime işliyordu. Lakin hırs bürüyen gözüm bunca çile ve meşakkati büyük bir sorun olarak görmüyordu. Ne yapıp edip İngilizce öğrenmeli, şu küstah yönetmenin minnetinden kurtulmalıydım. Kudo, İbrahim'in bizimle beraber gelmesi için ısrar edip duruyordu zaten. Hepten keyfimi kaçırıyordu Japonun bu kabadayılıkları.
Drive, drove, driven.
Ben ki sırf israf olmasın diye ekmekle tencerenin dibini sıyıran; tabakta asla yemek bırakmayıp güzelce sünnetleyen gürbüz Ebru, yıllardan sonra ilk defa iştah kaybı yaşıyordum. İstikrarlı sürdüremediğim diyetim için iyi bir gelişme sayılırdı bu. Sevda Nine'nin abartılı yakınmasına göre süzülmüş bir deri bir kekik kalmışım. Oysa sadece vücudumdaki ödemleri attığımı düşünüyordum. Aslında sebebi belliydi. Son günlerim hep telaş, hep stresle geçiyordu. Yakama yapışmış şüphe ve kuruntularım ise cabasıydı. Zira ne idüğü belirsiz belgeselciyi gözüm bir türlü tutmuyordu. Ormanda bendenizi gizlice videoya çekmesi bir yana sakladığı başka şeyler olduğu hissine kapılıyordum çoğu zaman. Altıncı hissim kuvvetliydi benim. Ne yapayım, adamın köyümüze iki çiçek ve üç böcek çekmek için ayak bastığına inanasım gelmiyordu.
Neyse bırakalım bunları. Bildiğiniz üzere ilk iş günüm başarısız geçmişti. Joe hâlâ kayıptı. Şapşal Mahir'in ise keyfi gayet yerindeydi. Adamı ne kadar geç bulursak onun için o kadar iyiydi. Sonuçta bize günlük ödeme yapıyordu yakuzalar. Böylece Japonlardan daha fazla para kopartacağını düşünüyordu. Ama gözünden kaçan önemli bir ayrıntı vardı. Eğer mafyaların kayıp adamını bulamazsak en sonunda alnımıza kurşunu sıkıp cesedimizi köşeye fırlatacaklardı. Can güvenliğimiz için yapılacak en doğru şey Joe'yu erkenden bulmaktı. Ah, keşke Mahir bu denli akılsız olmasaydı!
Eklemlerimdeki sabah tutukluğunu gidermek için ayaklanıp birkaç germe hareketi deneyerek güzelce kaslarımı açtım. Kuşlar sabahın bu güzel vaktinde neşeyle terennüm ederken onlara hafiften eşlik etmek istiyordum. Kafamda kayan yazmayı düzelttikten sonra yerdeki kahve termosunu elime aldım. Minik gözlerimle pek beceremesem de Türkan Şoray bakışı attım yengemin saksılarına. Onlar benim biricik dinleyicilerimdi ve az sonra harika bir konsere şahit olacaklardı.
"Söyleyeceğim ilk şarkıyı mutlu insanlara adıyorum," diye konuştum termostan mikrofonuma. Hemen sonrasında alnımı kırıştırarak acıklı ve ciddi bir ifadeye büründüm. Yeşilçam filmlerinin en popüler eserlerini bülbül gibi tek tek seslendirirken dinleyenler kendinden geçmişti. Ah hakikaten harcanıyordum Severler Motel'de. Şu harikulade yeteneğimle daha iyi yerlere gelebilirdim.
Yabancı dil çalışmaktan kusacak duruma ulaşırken günlük ders çalışma kapasitemi aşmadan odama kaçtım. Ben o kadar zeki bir insan değildim. Kendi sınırım vardı ve onu aşarsam başıma ağrılar saplanıyor, okuduğumdan tek cümle anlamıyordum. Hem artık hazırlanıp aşağı inmem gerekiyordu. Severler Motel hizmet, müşteriler aş beklerdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Perilere İnanma
FantasyHer şey ormanda gördüğüm küçük bir kızı, "Ben periyim," diye kandırmamla başladı. Başıma açtığım bu perilik macerasının sonu bakalım nereye varacaktı...