*
Dokuzuncu kat.
Tavandan sarkan devasa boyutlarda kristal avizeler, lavanta kokulu koridorlar, cilalı ahşap mobilyalar ve kadife koltuk takımları... Yerde bordo renginde harika bir Afgan halısı serili. Her şey olabildiğince şaşalı ve abartılı. Yiyiciler rahatlarına düşkün yaratıklar olsa gerek.
Sarayın asık suratlı kahyasını takip ederken gözlerim bir sağa bir sola hareket ediyordu. Dokuzuncu katı bütün ayrıntılarıyla beraber hafızama kazımakla meşguldüm. Köyden dönmemin üzerinden üç gün geçmesine rağmen yiyicilerin katına ilk defa bugün çıkabilmiştim. Dile getirmedikleri bazı sebeplerden ötürü işe başlamamı ertelemişlerdi. Aslında son günlerde saraydaki birçok şey aksamıştı. Vaziyeti tahmin edebiliyordum. Perinin planladığı sözde baskına karşı savunma moduna geçmişlerdi. Hal böyleyken öncelikleri değişmişti. Alt katlarda köpek suratlı askerler dolaşıyordu. En ufak bir terslikte insanın üzerine atlayacak gibiydiler.
Şükür ki yakuzalara kalacak yer bulabilmiştik. Pek de misafirperver olmayan üç kız kardeş evlerinin etrafını zehirli yılanlar ve çeşitli tuzaklarla korumaya almıştı. Öteki boyuttan gelen davetsiz konukları kabul etmeleri hepimiz için sürpriz olmuştu. Kaplumbağa Evi aydınlık diyardaki en güvenli mekanlardan biriydi. Ve inanır mısınız saçları jöleli, takım elbiseli Japonlar ziyadesiyle hoş ağırlanıyordu. Kudo da İstanbul beyfendilerini aratmayacak şekilde kibardı. Bana sorarsanız çapkın lider, bekar kardeşlerden birini gözüne kestirmişti. Yakında düğün haberlerini alırsam hiç şaşırmam.
"Bugün önemli bir gün," dedi kahya kadın.
"Neden ki?" diye sorarken cahili oynadım.
"Yakında öğrenirsin." Çirkin bir gülümse kapladı yüzünü. Kahya her zamankinden daha kibirli ve şerli görünüyordu. Hayrımı istemediği apaçık ortadaydı. Buna rağmen sabahtan beri sahte bir nezaketle konuşuyordu. Dışarıdan ne kadar samimiyetsiz durduğunu keşke bilseydi.
Tünel zabıtası iltifat edercesine kafamın içinde konuştu. "Seni kurban edecekler Ebru," dedi.
"Ay Allah razı olsun! Çok iyi moral veriyorsun."
Akıbetimi tekrar etmesine hiç gerek yoktu. Yiyicilerin hain amacından elbette haberdardım. Kara Amir'in köydeyken Ercüment'e bahsettiği gibi yiyiciler şahsımı kurban etmeyi planlıyordu. Durum şu ki ölen üç muhafızın yerine başka halefler geçtiği gibi Periveş'in yerine de benim geçtiğimi düşünüyorlardı. İşin aslı şeffaf taş sayesinde o kızın yüzünü taşıyordum. Bunu bilmeyen yiyiciler için Periveş'le aramdaki benzerliğe başka açıklama getirmek pek mümkün değildi.
Ne var ki ilk kurban olmadığımı pekala biliyordum. Yıllardır Periveş'e az ya da çok benzeyen onlarca genç kızın canına kıymışlardı. Eğer Nefise bu boyutta yaşıyor olsaydı diğer kızlarla aynı sonu paylaşması işten bile değildi. Ama bunca zamandır köyde muhafızlar tarafından korunduğuna emindim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Perilere İnanma
FantasyHer şey ormanda gördüğüm küçük bir kızı, "Ben periyim," diye kandırmamla başladı. Başıma açtığım bu perilik macerasının sonu bakalım nereye varacaktı...