*
Bir çift altın kolun bana sarılmasıyla işler çığırından çıktı. Yüksekten atlarken veyahut gondol denen zımbırtıda ecel terleri dökerken mideniz boşlukta sallanır ya öyle dayanılmaz bir hisle dolup taşıyordum. Gökteydim. Çok ciddiyim, tayyareye filan da binmedim. Hiçbir vasıta olmadan yukarı doğru havalanmıştım. Ve an itibariyle Severler Motel'in fenerli çatısı aşağılarda seyrediyordu. Uçuyordum galiba. Ölüyor da olabilirdim. Şu saatten sonra her şey mümkündü.
İşin en korkutucu tarafı ortada bedenimden yana hiçbir iz yoktu. Bilinç, zihin, duygu, düşünce... Elimde bu tarz soyut kavramlar kalmıştı sadece. Var olduğumu bilmesine biliyordum ama varlığıma dair somut delillere sahip değildim.
"Peri, ışığa dönüştük..." dedi çok yakınımdan gelen ses. Altın kıza aitti malum seda. "Düşmekten korkma. Seni sıkıca tutuyorum."
"Sen bunu nasıl yapabildin?" diye haykırdım avaz avaz. Öte yandan boğazım patlayana kadar art arda Nas suresi okumayı sürdürdüm. Minel cinneti vennas ayetini özellikle vurguluyordum. Ne tür bir deliliğe bulaştım canım Allah'ım?
"Benimle gelmek zorundasın. Arkadaşımı kurtarman gerekiyor." Dokunuşunu duyumsuyordum. Minik kolları onun yaşındaki bir kız çocuğundan beklenmeyecek derecede güçlüydü. Kendimi kuş tüyü kadar hafif hissediyordum. Dağ meltemine zıt yönde hareket ederek süzüldük. Ormana girmiş, tepelere doğru süratle yükselmiştik. Aşırı süratle. Saraygillerin şatosu kapkaranlık gecenin koynunda görsel şölen yaşatırcasına ışıldıyordu. Baktıkça bakasım geliyordu. Gözlerimi alamıyordum bu görkemli yapıdan.
Bir saniye! Yasaklı Saraygil topraklarına mı gidiyorduk yani? Altın kızın tutuşu sertleşti apansızın. "Bariyerden geçiyoruz, hazır ol!" diye uyardı beni. Hemen sonrasında patlamaya benzer bir olay vuku buldu. Duvara çarptık. Tepeden tırnağa elektrik yemiş balıklara döndüm.
Beynimin geçirdiği sarsıntı sebebiyle aptal gibi hissediyordum. Hadiseye geri dönecek olursak duvara tosladığımız an resmen moleküllerime ayrıldığımı zannettim. Öylesine şiddetliydi. Lakin öngördüğüm korkunç acıyı ne kadar beklesem de duyamadım. Ecinni çocuğun bahsettiği bariyer artık her neyse çok şükür aşmayı başarmıştık.
Ayaklarım nihayet yere bastığında güm diye dizlerimin üzerine düştüm. Hâlâ o sert çarpmanın etkisindeydim. Neyse ki bedenim görünmezlik illetinden kurtulmuştu. İnsanın kendine bakması, bakıp da görememesi ne acı şeydi! Allah bir daha yaşatmasın. Gözümü rahatsız eden güneş ışığı yüzünden elimi havaya kaldırdım, siper niyetine kullandım. Aklımı azıcık toplayınca oturduğum zeminde inanamayarak etrafa bakındım. Gecenin karanlığı, ay ve yıldızlar nereye kaybolmuştu?
"Burası neden aydınlık?"
"Her zaman aydınlıktır ülkemiz," dedi sarı çocuk.
"Neyin ülkesi? İki dakikalığına uçtuk diye hemen de Türkiye dışına mı çıktık?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Perilere İnanma
FantasiHer şey ormanda gördüğüm küçük bir kızı, "Ben periyim," diye kandırmamla başladı. Başıma açtığım bu perilik macerasının sonu bakalım nereye varacaktı...