*
Kural 1: Efendilerin gözünün içine asla bakmamalısın.
Kural 2: Kilitli kapılara kesinlikle yaklaşmamalısın.
Kural 3: Konumunun bilincinde olup saraydaki aristokrasiye koşulsuz şartsız uymalısın.
Kural 4: İçeride yaşananlar içeride kalmalı. Dışarıya en ufak bir malumat dahi sızdırmamalısın.
Liste böyle uzayıp gidiyordu. Kocaman esnerken elimi kaldırıp güçlükle ağzımı örtmeye çalıştım. Sırf ayıp olmasın diye dudaklarımı son yarım saattir dişliyordum. Ancak esneme arzuma engel olmak artık söz konusu değildi. Karşımdaki çubuk kadın biraz daha konuşmaya devam ederse orta yerimden çatlayacaktım. Her şey bir yana bu yörenin halkı hakikaten konuksever değildi. Sabahtan beri ayaktayım ama bir bardak çay bile ikram etmediler.
Kahya denen zalim insan, bilmem kaçıncı kuralını sayarken duraksadı ve esneme saygısızlığında bulunan bana kınayıcı bir bakış attı. "Çok mu sıkıldın?" diye sorduğunda doğrudan cevap vermedim. Kadının sesi kapı gıcırtısına benziyordu. Suali havada asılı dururken sessiz kalışımı evete yormuştu. Manavda çürük meyve görmüş müşteri edasında yüzünü ekşitti. Sabah saraya attığım ilk adımdan bu yana şahsıma karşı böyle kaba tavırlar sergiliyordu işte. Benden hoşlanmadığını belli etmekten hiç çekinmiyordu.
Bereket ki empatik ve sempatik bir insandım. "Bu kuralları ezberlemek zor olmadı mı sizin için?" deyip olaya onun açısından bakmayı denedim.
Başını keskince salladı. "Ezber konusunda zorlanmak kafasını kullanmayan aptallara münhasırdır. Üç tane kural hıfzetmekten aciz insanların ise sarayda yeri yoktur."
"Saraya hafız mı alıyorsunuz yoksa hizmetçi mi belli değil," diye ağzımda lafı geveledim.
"Anlamayamadım... Bir şey mi dedin?" Burnunun ucuna kayan gözlüğünün ardından cismimi dikkatle süzdü. Kafamı olumsuz manada salladım ve hemen ağzıma fermuar çektim. Neticede artık ben bir emir kuluydum. Çalıştığım yerde ilk günden kara listeye girmeyi arzu etmiyordum.
O önde ben arkada ahşap merdivenlerden tıngır mıngır indik. Ayakkabılarımızın altında ezilen tahtadan gıcırtılar yükseliyor, yüksek tavanlı mekanda yankı yapıyordu. Saray adeta makam mevkiye göre kısımlara ayrılmıştı. Lüks eşyalar ve duvardaki yağlı boya tabloları biz kat indikçe azalıyordu. Ne yazık! Benim seviyem çok düşük olsa gerek ki manzara bu denli kötüleşmişti. Sahanlıkta karşımıza çıkan üç hizmetli başlarını hürmetle eğerek kahyaya selam verdi. Bizimki oralı bile olmadı. Ben de dahil diğer bütün renksizlere pis bir böcekmiş gibi bakıyordu. Aynı çatı altındaki belirgin ayrıma hayret etmemek elde değildi. Saraydaki kast sistemi hiç hoşuma gitmemişti.
Adım attığımız daracık koridor yılan gibi kıvrılarak geniş bir avluya açıldı. Ortadaki havuz genişçe idi. İlerlemeye devam ederken bakışlarımı aşağı indirip derinliğini kontrol ettim. Kesinlikle sığ değildi ve hatta havuzdan ziyade gölete benziyordu. İçinde durgun, yemyeşil bir su ve kömür karası balıklar vardı. Üzerindeki minik köprüyü kullanarak avlunun karşı tarafına geçebiliyordunuz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Perilere İnanma
FantasiHer şey ormanda gördüğüm küçük bir kızı, "Ben periyim," diye kandırmamla başladı. Başıma açtığım bu perilik macerasının sonu bakalım nereye varacaktı...