*
Ben doğmadan önce yaşanmış her şey, demişti Nefise. İlkbaharda gürül gürül akan köyün bereketli nehrinde bir kadın boğulmuştu. Periveş'ti o. Boğulmadan evvel konuştuğu son kişi ise bana gebe olan annemdi. Annemin karnındaki bebeğe kendi yüzünü emanet ettikten sonra sular onu yutmuş. Periveş'in hazin ölümünün ardından annem uzun bir süre kendine gelememiş. Yaşadığı büyük travmayı atlatması kolay olmamış.
Çocukken hiçbir şeyden haberim yoktu. Ne zaman ki büyüdüm ve serpildim, genç ve güzel bir kız oldum içinde bulunduğum tuhaf durumu işte o vakit fark etmeye başladım. Yaşıtlarımdan farklıydım. Her şeyin fazlası göze battığı gibi güzelliğin fazlası da dikkat çekiyor hatta türlü dedikodulara yol açıyordu. Ne anneme benziyordum ne de babama. Yakınımdaki insanlar ailemdeki hiç kimseye benzemediğimi söyleyip duruyordu. Sıkça tuhaf bakışlara maruz kalıyordum. Bazen hayrımı istemeyen kıskanç gözleri üzerimde hissediyordum.
Yıllarca bana ait olmadığını bildiğim bir suratla yaşadım. Benliğimi oluşturmam, kişiliğimi oturtmam çok zor oldu. İnsanın kendi varlığını kabullenememesi korkunç şeydi. Sahte bir hayat yaşadığımı düşündüm çoğu zaman. Yüzümden nefret ettim. Yeryüzündeki en çirkin insan olsaydım belki bu kadar üzülmeyecektim. En azından o çirkinlik bana ait olacaktı. Benim çirkinliğim. Benim... Bilemiyorum, dünyadaki çetin imtihanım buydu galiba.
Doğru zamanın geldiğini düşünen annem bir gün beni karşısına oturttu ve bütün gerçekleri anlattı. Köyümüzün geçmişinden, öteki boyutla olan eski dostluktan ve aramızdaki iletişimin nasıl koptuğundan... Periveş'in kimliğini öğrenince hayata farklı bakmayı keşfettim. Yüzünü boşuna emanet etmemişti bana. Vazifeliydim. Daha doğmadan büyük bir görev üstlenmiştim.
Nefise'nin söyledikleri aklımdan hiç çıkmıyordu. İstasyona doğru yürürken bütün yol boyunca bunları düşünmüştüm. Beynim her an patlayacakmış gibiydi.
Oldukça dakik davranan Kudo sözleştiğimiz vakitte çıkagelmişti. Lakin küçük ve tatsız bir sürpriz bekliyordu beni. Süt kardeşim Mahir de yakuza takımına katılmıştı. Allah aşkına ona ne diye haber vermişlerdi ki? Moteldekilere bir şey belli etmeyin diye o kadar da tembihledim adamları. Anlaşıldı. Japonların yanında lafım beş para etmiyormuş.
Kel kimyager beni görünce kolunu havaya kaldırıp hızlı hızlı el salladı. Keyfine diyecek yoktu doğrusu. Bütün dişleri görünecek şekilde kocaman sırıtıyordu. "Ebru! Ebru!" diye seslendi ve sanki yüz yıldır beni görmemiş gibi sevgi gösterilerine başladı.
Gelenlerin arkasından biraz bakındım. Meraklı yönetmen de yakuzaların peşine düşmüş mü diye kuşkuyla kontrol ettim civarı. Temizdi. Şimdilik etrafta kameralı bir davetsiz misafir görünmüyordu.
Adamları ben davet etmiş olmasam vallahi düğüne gidiyoruz sanırdım. Kudo oldukça süslenmiş, en fiyakalı takımını giymişti. Japonların saçları yoğun jöleden dolayı güneş gibi parlıyordu. Tıraş losyonunun kokusu bulunduğum mesafeden bile duyuluyordu. Kronik memnuniyetsizliğimi hiç saklamadan onları göz ucuyla şöyle bir süzdüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Perilere İnanma
FantasyHer şey ormanda gördüğüm küçük bir kızı, "Ben periyim," diye kandırmamla başladı. Başıma açtığım bu perilik macerasının sonu bakalım nereye varacaktı...