*
Başkanla anlaşmaya vardıktan sonra muhafızlar tarafından aşağı indirildim. Upuzun merdivenler bitmek bilmiyor, yürü yürü yolun sonu bir türlü gelmiyordu. Federasyon binasını iki katlı sanırken buzdağının görünmeyen kısmından elbette habersizdim. Muhbir kuşlar yerin altında koca bir cumhuriyet kurmuşlardı. Azıcık daha merdiven inersek magma tabakasına ulaşacağımızdan şüpheleniyordum.
Tahmin ettiğim üzere tıpkı öbür esirler gibi parmaklıklar ardına hapsedildim. Kaplumbağanın ikamet ettiği kafesten en az on kat daha büyüktü burası. Kapısına dev bir kilit geçirdikten sonra düşmanca sırıttı gardiyan. "Bir renksizi kafesimde misafir etmeyeli uzun zaman oldu," dedi ve çizmesiyle zeminde pat pat sesler çıkararak uzaklaştı. Boş gözlerle arkasından bakmakla yetindim. Şu federasyonda başkanından çaycısına kadar herkes kibir timsaliydi. Allah sizi inandırsın kimse burnundan kıl aldırmıyordu. Fitne, fesat, laf taşıma ve bilumum şerli fiilleri resmi bir müessese çatısı altında meşrulaştırmışlardı. Çocuklarının boğazından haram lokma geçirdikleri için utanmaları gerekirken kendilerini aydınlık diyarın dürüst halkından daha üstün görüyorlardı. Bunlar hep kıyamet alameti işte.
Ancak zannettiklerinin aksine Ebru Severler kolay lokma değildi. Benden istedikleri şeyi öyle hemen yapmayacaktım. Evvela şartımı yerine getirmeleri lazımdı. Başkan bugün saraya iki ulak gönderecek, yeni hizmetçiyi yiyicilerin şatosuna aldırtacaktı. İşte ondan sonra ben de anlaşmanın payıma düşen kısmını gerçekleştirip çocuğu ayıltacaktım.
İnsanın mapushanede düşünecek çok vakti oluyormuş. Beynimin çarklarını çalıştırmak için fazlasıyla malzemem vardı. Jülide'yi deliksiz uykusundan çekip çıkaracak şeyin ne olduğunu iyi biliyordum. Rahşan kendi tenindeki sarı pırıltıları topladıktan sonra ağacın gövdesine merhem gibi sürerek kızı uyandırmıştı. İşte çözüm bu kadar basitti. Çocuğu derin uykusundan kaldırabilmek için bir avuç pırıltıya ihtiyacım vardı.
Altın kız yüksek olasılıkla hâlâ çöplüğün yakınlarındaydı. Onunla iletişim kurabileceğim bir kanal bulmalıydım. Çöktüğüm kuytudan doğruldum ve elimi arkamda bağlayıp aheste aheste kafesi arşınladım. Hapishanenin aydınlatması kötü olduğundan içeriyi net göremiyordum. Ne var ki keskin bakışlarıma güveniyordum. Mahzenden bozma mekanı dikkatle taradım. Burada da esir düşmüş bir kaplumbağa vardı. Karşı duvarın altındaki kafeste ise ak sakallı yaşlıca bir cüce duruyordu. Herhalde süregelen esareti uzun senelere sarkmıştı ihtiyarın. Ne cürüm işlemişti acaba? Yiyicilerin çıkarlarına ters düşecek işler yapmıştı belki de.
"Hey beni duyuyor musun?" Yan cenahtaki küçük kafese yüzümü dönüp radyo-kaplumbağaya fısıldadım. "Kaplumbağa Evi'ne gizli bir mesajım var. Kargalara belli etmeden üç kız kardeşe bu mesajı iletebilir misin?"
Başını uyuşukça kaldırdı hayvancık. Şekerleme yapıyordu sanırsam. Kaplumbağanın sessizliğini evete yordum. Yine de her ihtimale karşı tedbiri elden bırakmamak gerek. Ta ötedeki yaşlı cüceyi kontrol ettim, bizi işitemeyeceğine kanaat getirdikten sonra ağzımı ucundan araladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Perilere İnanma
FantasyHer şey ormanda gördüğüm küçük bir kızı, "Ben periyim," diye kandırmamla başladı. Başıma açtığım bu perilik macerasının sonu bakalım nereye varacaktı...