Eve girdiğimizde, ilk bir saat her şey normaldi. Çokta küçük olmayan salonda sırayla koltuklara dizilmiş sohbet etmiştik. Oda duman altı olana kadar sigara içerken, ben bile bundan rahatsız olmuş, kendimi balkona atmıştım. Louis de peşimden geldiğinde birer sigara daha tüttürürken buradan uzakta olduğum iki seneye dair bir şeyler konuşmuştuk.Gerçek bir misafirperverlik gösterisi sunan Louis, sonunda içecekleri çıkarmaya başladığında mutfağa girip kendime kahve yapmak için dolaplara bakınmaya başladım. Alkol kullanmayı sevmezdim. Louis de istediğimi yapabileceğimi söylemişti. Kahve benim için yeterliydi.
"Gerçekten kahve içmek istediğine emin misin?" Louis ve Zayn mutfağa gelmişti. Kahve makinesinin düğmesine basıp geri çekildim. "Evet."
"Sen bilirsin." Louis dolaptan aldığı kadehlerle mutfaktan çıktığında, Zayn ile yalnız kalmıştık. Önüme döndüm. Tuhaf bir şekilde ondan hem çekiniyor hemde konuşmak istiyordum.
"Seninle en son mezuniyet balosunda görüşmüştük." Yan gözle ona baktım. Tabaklara çerez dolduruyordu.
"Evet."
Balo sonrasında bu ekiple yemek yemeye çıkmış ve sonrasında inanılmaz fotoğraflar çekilmiştik. Hepsi profesyonel sayılabilecek türdendi. O güne dair olan fotoğrafları hala saklıyordum. Bir kaçı instagramda profilimde dururken, bazıları ise evimde asılıydı.
"O gün çok güzeldi." Sohbet etmeye çalışıyordu ya da onlar içerken ortamda soyutlanmamı istemiyordu.
"Evet, güzeldi." dedim, demlenen kahveyi izlerken.
"Londra'ya gittiğini çocuklar söylemişti."
Annemin vefatının ardından babam kısa bir süre içinde evlenmişti. Londra'ya taşındığında, onlarla beraber gitmiştim. Camille iyi biriydi. Onunla anlaşıyorduk. Zamanla her şeyin daha iyi olacağını düşünmüştüm fakat eksiktim. Sonunda geldiğim nokta ise burasıydı.
"Geri döndüm. Artık bu kısımla ilgileniyorum."
"Anladım."
"Sen neler yapıyorsun?"
"Resim kursunda ders veriyorum."
Ne kadar iyi resim çizdiğini bilirdim. Bu yüzden şaşırmamıştım.
"Şaşırmadım." diye mırıldandığımda kahvem hazırdı. Dolaptan çıkardığım büyük fincana kahvemi doldurdum. Boştaki elimle az önceki hazırladığı çerez tabaklarından iki tane alabilmiş, çocukların yanına dönmüştüm.
"Elle'nin kestiği çocukları hatırlıyor musunuz?" Hala eski konular hakkında konuşuyorlardı.
"Hayır, Felix! Anlatma."
Kestiğimiz çocukları, onlara verdiğimiz takma isimlerle anardık. Benim sadece bir iki tane varken, Elle'nin tam on üç tane kestiği çocuk vardı.
"Siktir. Anlatacağım. Bir gün bahçede oturuyoruz, tamam mı? Adela da vardı sanırım. Sohbet ederken, Elle önce Pele'nin geldiğini söyledi, iki dakika sonra Sakız geldi diye çığlık attı ve beş dakika sonra ise Pederin geldiğinden bahsediyordu. Şok olmuştum."
"Peder, bildiğiniz üzere Abel'di. Ona bu ismi vermiştim çünkü babası kilisede çalışıyordu. Sakız, Lucas ve Pele ise basketbol takımında üç numarayı oynayan Cedric'ti."
"Neden basketbol oynayan birine futbolcu adını verdi?" diye sormuştu, Louis. Bunu daha önce bende sormuştum. Elle, asıl gizem burada demişti.
"Asıl gizem burada. Ne söyleseydim? Jordan mı? Hiç anlaşılmazdı." Elle, alaylı bir şekilde konuşup elindeki bira şişesini kafasına dikmişti. Birazdan Cedric için ağlayacaktı.