Kendimi uber zekâ gibi hissettiğim bölüm
Yeşim, birkaç gün sonra ağlayarak bize geldi. Yani tam olarak ne zaman ağlamaya başladığını bilmiyorum ama kapıyı açtığımda ağlıyordu. Evimi nereden öğrendiği de muammaydı ama zaten, yani, lütfen, konumuz bu değil.
Şimdi siz diyeceksiniz ki yirmi beş bölümdür biz bu kızı neden doğru düzgün görmedik. Hatta neye benzediğini de bilmiyoruz. Yeşim kimdir? Kimlerdendir? Bu hikâyedeki yeri nedir? Bunları size asla anlatmadım. Muhtemelen zaten (eğer uzaklarda bir yerlerde kulağı çınlayacak bir adet Esra* da bana katılmakta muzır görmezse) bildiğiniz için.
Ama göstereceğim, göstermekte iyiyimdir.
Yeşim, ben, uykulu bir kaygısızlıkla kapıyı açtığımda pembe ceketinin içine giydiği beyaz tişörtü ve açık renk kot pantolonuyla öylece duruyordu. Kızarmış gözlerine, çöken omuzlarına ve rastgele topuz yaptığı kumral saçlarına rağmen ağladığını birbirimize beklentiyle baktığımız saniyelerde burnunu çektiğinde fark ettim.
"İçeri girebilir miyim?" Bir an sonra fikrini değiştirdi. "İstersen sen dışarı çık."
Onu içeri davet ettim. Odama geldiğimde evin boşluğunu fark etmiştim. Acayip sıradan bir cumartesiydi ve annem muhtemelen komşulardan birindeydi. Ben de en azından LYS canavarıyla ilgilenmeden önce ilk sınavın sonuçlarını bekliyordum.
Çoğunlukla uyuklayarak.
Yeşim, odama girdiğinde beraber yatağa oturduk. Kısa bir an, beraber çok vakit geçirmediğimiz için belki de, sessizce durduk. Yeşim, arada sırada burnunu çekerek kucağına koyduğu küçük çantasıyla oynadı. Ben de ona komodinimin üzerindeki mendil poşetinden bir adet mendil verdikten sonra bir şey içip içmediğini sordum.
Su istedi.
Mutfaktan dönüşten sonra Yeşim'deki sessizlik gittikçe uzadı. Açıkçası bir yerden sonra gerçekten bunaldığımı hissettim. O, yan yana olduğumuz zamanlarda da öyle çok konuşmaz, ilk başlarda sessizce durur ama sonradan açılırdı. Sıcak, cana yakın ve çoğunlukla sessiz, kibar biriydi. Yavuz'un onda ne bulduğunu hiçbir zaman sorgulamamıştım çünkü içimde bir yerlerde kaynayan kıskançlık dağı, Yeşim'i gördükçe kendini belli etse de kim olduğunu görmeyecek kadar aptal değildim.
O, esas kızdı.
Onu herkes severdi, onda sevilecek bir şeyler mutlaka vardı. Zayıftı, nerede nasıl konuşulacağını bilirdi, akıllıydı, zekiydi ve eminim ki YGS'den de 500'e yakın bir puan almıştı.
KPSS'ye girse ilk seneden atanırdı. Ama buna gerek kalmazdı çünkü zaten, özel sektörün erkek egemen dünyasında zekâsı, yılmak bitmeyen gücü ve güzelliği sayesinde ayakta kalmaktan ve onlarla savaşmaktan çekinmeyecek bir karaktere sahipti.
İnsanlarla ilişkileri çok iyiydi. Sosyal hayatında başına hep talihsiz şeyler gelse de bir şekilde halleder, olayları yoluna koyardı.
Hikâyede o olsaydı, milyon okunması olurdu.
Yavuz'la çıkardı ve Eser de ondan hoşlanırdı. İkisi arasında kalırdı ve ikisi de o kadar iyi insanlar olurdu ki ship çatışması çıkardı. Hani, onlarca olasılık içinde düşünüp durduğum bölüm vardı ya, heh, oradaki gibi olaylar yaşarlar ve sonunda ikisinden biriyle evli-mutlu-çocuklu olurdu.
Ben de arada sırada beliren ve eğer birileri layık görürse ikinci erkekle olabilecek potansiyeldeki yancı kız olurdum.
Bu yüzden, Yeşim'le ilgili ayrıntıları hep atladım. Eğer atlamasaydım onun için de ayrı bir roman yazılırdı ki yazılmamış mıydı Allah aşkına?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Arılar ve Erkekler
ספרות נוערilk kelime: 11 aralık 2022 son kelime: 26 ekim 2024 *dikkat! bu bir çocukluk aşkı hikâyesi değildir* "Yoyo: Dikkat et, sağında arı var. Kendimi tutamadan sağ tarafımı kontrol ettim. Telefonuma döndüğümde homurdanıyordum. Ben: Evet, solumda da sen...