Selam! Bölüm planladığımdan daha uzun sürdü... Bu yüzden, sabır sınamamak için, ikiye bölmeye karar verdim. Keyifli okumalarınız olsun ins 💕💕
Kıyamet günü 1: Niye böyle oldu? -1-
Bir şeyi kırık kere söylersen olur. Bir şeyi kırık kere söylemek anahtardır, gerçeğin kilidini açar. Bir şeyi kırık kere söylemenin sonucu, sebebini doğurur ve bu korkunç bir kısır döngüye yol açar. Bir şeyi kırık kere söylemeyin, zaten bir şey kırık kere de söylenmez kolay kolay. Kırk kere söylenmesi daha olası ve gerçekçidir. Tabii konuyla ilgili çeşitli görüşler vardır ve bu görüşler bir inancı bağlıdır. Yine de bir şeyin kırk kere söylenmesi gerçekleşeceğine olan ihtimali artırır bilgisi, çoğu kişinin kabul edeceği bir olgudur. Ayrıca nettir. Sayarsın, bakarsın kırk kere söylenmiş mi. Söylenmişse tamam, söylenmemişse de tamam. Sonuç, iki sebebe gidecek yol ayrımına girmenizi sağlar. Ama mesela kırık kere söylediğini nasıl anlayacaksın ki? Yapamazsın. Biri kırık kere söyledim diyorsa ona inanırsın.
Böyle bir şey aklına geldiyse mutlaka doğruyu söylüyordur.
Ben yaptım. Sapsarı iki kapağın arasında, on binlerce kelimenin kalabalıklaştırdığı cümle cümbüşünün içerisinde bir şeyi kırık kere söyledim.
Başıma geldi.
Sonuç, Eser'le konuşmadığımız günlerin sonunda Whatsapp'a girmem ve onun çevrimiçi oluşunu izlememdi. Birisiyle konuşuyordu, kiminle konuşuyordu? Yeşim'le konuşuyor olabilirdi. Hatta Yeşim, ona kendisinden hoşlandığını söylüyordu ve bir anda, Eser'e de aslında ben de ondan hoşlanıyorum lan bilgisi ilham olmuştu.
Benden ayrılacaktı.
Üçü arkadaş kalacaklardı ve ben yalnız başıma, her şeyden bihaber kalacaktım ortada. Kimse ne yaptığımı sormayacaktı, beni merak etmeyecekti, akıllarına bile gelmeyecektim. Hiç girmemiş gibi çıkacaktım hikâyeden.
Yalnız kalacaktım.
Parmaklarım, telefonumun ekranına yaklaştı. Eser'e mesaj atmalıydım. Belki de ona yalvarırdım. Derdim ki seni öpeceğim herhalde, sadece daha önce kimseyi öpmedim ki, nasıl öpüleceğini bilmiyorum. Seninle iyi anlaşıyoruz, bize bir şans vermeliyiz. Eğer biterse, derdim. Eğer biterse bir kişi eksik kalır.
Ekran, gelmeyen temasla kapandığında telefonumu yanıma koydum. Belki de ayrılmalıydık. Belki de ayrılmalıydık çünkü ben ondan hoşlanmıyordum ki. Bir çiftin en önemli özelliği birbirinden hoşlanmaları olmalıydı, arkadaş olmaları değil. Ama bu saatten sonra da Eser ya benimle sevgili olmalıydı (bu, bizim öpüşmemiz anlamına geliyordu herhalde) ya da hayatımdan sonsuza kadar çıkardı.
Mükemmel bir arkadaş olduğu için de Yavuz'u ve Yeşim'i de beraberinde götürürdü. Telefon yanımda öylece dururken bacaklarımı çekebildiğim kadar karnıma çektim ve kollarımı dizlerime yasladım. Acaba tercihler açıklanmış mıydı? Cevap için telefonuma uzanmam lazımdı ama ekranı açtığımda göreceğim şey, çevrimiçi bir Eser'di.
Her şeyi mahvetmiştim.
Tercihler açıklansa ne olacaktı? Ben bir yolunu bulur, onu da mahvederdim.
Gözlerimi yavaşça yumup yutkundum. Tamam, Eser benimle konuşmuyordu. Bu bir gerçekti. Bunu takip eden olasılıkları değerlendirmek lazımdı. Şimdi biz Eser'le ayrılırsak ben dışarıda kalırdım, tamam ama onlar ne yapabilirdi ki? Yeşim, Eser'den hoşlanıyordu. Eser de benden sonra Yeşim'den hoşlanırsa Yavuz için hoş olmazdı.
Bir saniye için zihnim gerçekten de sessizleşti.
Yavuz bana geri gelir miydi?
Gözlerimin gittiği yönü takip edemedim. Yatağımın ucundaki komodinde okunmayı bekleyen kitaba baktım. Notre Dame'ın Kamburu, ilk sayfanın arasına sıkıştırdığım ayraçla öylece duruyordu. Parmaklarımı, beyaz kitabın üzerindeki çizimde gezdirdim. Martin Eden, çalışma masamın üzerindeydi. Gurur ve Önyargı'yı poşetinden çıkarmamıştım. Ellerimi kitabın üzerinden yavaşça çektim. Sırtımı yatağın başlığına iyice bastırdım. Başımı geriye yasladım. Gözlerim bedenimdeydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Arılar ve Erkekler
Novela Juvenililk kelime: 11 aralık 2022 son kelime: 26 ekim 2024 *dikkat! bu bir çocukluk aşkı hikâyesi değildir* "Yoyo: Dikkat et, sağında arı var. Kendimi tutamadan sağ tarafımı kontrol ettim. Telefonuma döndüğümde homurdanıyordum. Ben: Evet, solumda da sen...