7.BÖLÜM

38 4 1
                                    

                        7. BÖLÜM
   Kahvesinin son yudumunu aldı. Nefeset’i reddedemezdi. Sokakta idi. Karnını bile doyuramıyordu. Hiç değilse karnı doyardı. Onun cin olması da onu korkutmuyordu. Küçüklüğünden bu tür olaylardan korkmazdı. Küçükken görünmeyen arkadaşları vardı. Onlarla sohbet eder oyun oynardı. Anne ve babası buna çok kızardı. En son bu yüzden annesinden öyle bir dayak yemişti ki. Bu son olmuştu. O arkadaşlarıyla bir daha oynamamıştı. Küçüklüğünde de böyle eski, yırtık, kirli ve bakımsız gezdiği için hiç arkadaşı olmamıştı. Öğretmeleri bile ilgilenmemişti. Sınıfta bir köşeye çekilir hayal kurar ve bu hayal aleminde yaşardı. Anne, babasının sahip çıkıp ilgilenmediği bir çocukla kim ilgilenirdi ki. Ona insanların gösterdiği en büyük ilgi o istemeden üstüne para atmalarıydı.. Zaten ailesi onu evden kovmuş hatta daha sonra gittiğinde bile ona bir daha gelmemesini söylemişlerdi. Ondan sonra dünyaya gelen iki kız kardeşi bile ondan nefret edip tiksiniyordu. Ölse arkasından ağlayacak kimsesi yoktu. Tehlikeli olsa da Nefeset’in teklifini kabul edecekti.
- Tamam, artık sen ne dersen onu yaparım.
- Anlaştık o zaman. Şimdi bir mağazaya gidelim. Sana iki çift elbise çamaşır alalım. Ama önce lavaboya git ellerini yıka. Çaldığın kağıt havlu ile ellerini sil çöpe at. Bunu burada yemek ile alakalı ihtiyacında kullandığın için haram olmaz. Hırsız olmaktan kurtulursun.
- Çok akıllıca, ben düşünemedim.
- Emin olabilirsin, senden kötülük yapmanı istemeyeceğim. Tek istediğim oğlumu kurtarmak.
Birlikte Nefeset’in uygun bulduğu bir mağazaya gittiler. Nefeset zekat memuru gibi sahibinin kulağına fısıldadı. Cihan için kıyafet hatta birazda para istedi. Bu adamda uzun zamandır. Zekat vermediği için, korku ve endişe ile kabul etti. Cihan’ı sonra berber ve hamama götürdü. Cihan çok değişmişti. Ortaya çıkan görüntüye Nefeset bile inanamadı. Saç sakalın altından gencecik bir çocuk çıkmıştı. Onun en az otuz yaşında bir adam olduğunu zannetmişti. Bu ise daha yirmisinde bir gençti.
- Sen kaç yaşındasın?
- Yirmi iki.
- Oğlumdan iki yaş küçüksün. Dilerim onunla güzel bir dostluk kurarsınız. Şimdi kaynanamdan evimin ve eşimin arabasının anahtarını alman gerekiyor. O hasta, bu yüzden Fatma dan isteyeceksin. Oraya git. “Beni Nefeset gönderdi, Saniye Hanımın odasındaki büyük dolabın ikinci çekmecesinde bir ev ve araba anahtarı varmış, onları istiyor. ”Diyeceksin. Zaten bizim ev kaynanamın evine yakın. Erduran bu ev ve arabayı eşimi benimle evlenmeye ikna etmek için almıştı. Eşim ilk başlarda bir cin ile evli olmak istememişti, ben de çok tedirgindim ama o evde çok mutlu olduk. Eşim öldükten sonra aileme cin kabileme dönmek istedim ama dedesi oğlumu vermedi bu evde oğlumla yaşadık sonra ailem oğluma sahip çıkıp hakkını savunmak istedi. Dedesi İlkinyas bu olayı bastırmak için onu cin sarayına beni kaynanamın yanına kapattı.  En son Lilibel’in tuzağına düşen oğlum şimdi tutsak. Bende 15 yıl sonra kurtuldum. Neyse şimdi gidelim ve anahtarları al.
Birlikte Saniye’nin evine geldiler. Cihan eli yüzü düzgün genç bir delikanlı görünümündeydi. Nefeset bahçe kapısında durdu. Cihan iki katlı evin kapısını çaldı. Kapıyı Fatma açmadı. 19 yaşındaki bir geç bir kız açtı. Cihan onu da tanımıyordu.
- İyi günler. Fatma Hanımla görüşecektim.
- Annem olur. Niçin görüşecektiniz?
- Beni Nefeset Hanım gönderdi, emaneti varmış onu alacaktım.
- Tamam, bekleyin.
Kız kapıyı kapatıp içeri gitti. Fatma Saniye’nin odasındaydı, ona yemek yediriyordu. Fatma’ya seslendi.
- Nefeset diye biri adam göndermiş emaneti varmış, onu istiyormuş.
Fatma’nın dili tutulmuş gibi oldu. Kaşık elinden düştü. Ayağa kalktı. Saniye’ye baktı. Onun da gözleri şaşkınlıktan kocaman açılmıştı. Hemen kapıya koştu. 
- Kimsin ? Ne istiyorsun?
- Beni Nefeset gönderdi. Saniye Hanımın odasındaki büyük dolabın ikinci çekmecesinde anahtarları varmış. Onları istiyor.
- Sen kimsin?
- Ben onun için çalışıyorum.
- Sen onu nerden tanıyorsun? Gördün mü?
- Bakın sadece anahtarını istiyor. Vermenizi rica etti.
Fatma hem şaşkındı hem de korkmuştu. Kapıyı kapatıp içeri gitti. Saniye’nin yüzüne endişe ile baktı. Heyecanla anlattı.
- Kapıda yirmi yaşlarında genç bir adam var. Beni Nefeset gönderdi dedi. Saniye Hanımın odasındaki büyük dolabın ikinci çekmecesinde ki anahtarları istiyor, diye anahtarların yerini tarif etti. Kimsin dedim. Onun için çalışıyormuş. Ne olacak şimdi?
Saniye’nin bakışları sakindi. Bunun vermesini istediği anlamına geldiğini anladı.
- Anahtarları vermemi mi istiyorsun?
Saniye gözlerini yavaşça kapatıp açtı.
- Eğer vermemi istiyorsan, gözlerini böyle yavaşça iki kez aça kapa.
O sayarken Saniye gözlerini iki kez kapatıp açtı.
- Tamam, anladım. Veriyorum o zaman.
Saniye bir kez daha gözlerini yavaşça kapatıp açtı. Bu sırada Fatma’nın kızı onları seyrediyordu. O da çok şaşırdı, ama onun şaşkınlığı annesinin tepkilerneydi.
- Ne oldu anne? Nefeset kim? Neden böyle endişelendin?
- Fatma yengenin gelini araları açık da ondan.
- Görüşmüyorlar mı?
- Sorma fazla, odana git. Dışarı da çıkma anahtarları ben veririm.
Fatma anahtarları verip hemen kapıyı kapattı. Başına gelecek olaylardan çok korkuyordu.  Nefeset’in evi oraya çok yakındı. Saniye’nin oturduğu evde babasının eviydi. Saniye babasının büyük mirasını kullanmak istemezdi. Onun mirası ona yük gibiydi. Babası öldükten sonra o bu eve taşınmıştı. Oğlu öldükten sonra kocası ve kuması ile yaşayamamıştı. İlkinyas’ın dağların arasında muhteşem bir sarayı vardı. İlkinyas’ın oğullarının ölümü sarayın düzenini mahvetti. İlkinyas’ın ilk karısı Lilibel’in yılanları sürekli Saniye’yi öldürmeye çalışıyordu. Lilibel onun oğlunu öldürmüş olmasına rağmen olanlardan Saniye’yi suçlayıp ona eziyet ediyordu. Saniye sonunda bu eve kaçıp saklanarak kurtulmuştu.

   Nefeset Cihan’ı evine götürdü. Aynı mahallede olduğu için Saniye’ni evinin benzeri bir evdi. İki katlı küçük bahçeli. Çok büyük olmasa da güzel bir evdi. Cihan oğlunu kurtarana kadar burada kalacaktı.
- İşte burası benim evim. Rahatına bak. Yukarı yatak odasında çekmecede bir banka kartı var. Onunla para çekip alışveriş yap. İyi beslen güçlü ol. Oğlumu kurtarmak için Yalçın bir dağa tırmanman  gerekecek.  Yarın bir dağcılık kulübüne git kayıt yaptır. Spor yap.
- Tamam, ama benim anlamadığım çok şey var. Mesela oğlunun adı ne? O insan mı, yoksa cin mi?
- Oğlumun adı Merküralp. O el-has yani cin ama cinlerden farklı bir çok özelliği var. Cinlerin tüm özelliğini de taşıyor. Eşim Işıker el-amluk du o da insanların tüm özelliklerini taşıyordu ama cinleri görüp onlarla iletişim kurabiliyordu.
- Nasıl ikisi farklı mı?
- Tabiki, Işıker’in annesi insan olduğu için anne bedeninde büyüdü etten kemikten bir bedene sahip oldu. Cinlerin ruhundan bir parçası olsa da onları görüp konuşsa da mesela onlar gibi ışık hızında uçup gökyüzüne çıkamazdı. O el-amluk du. Merküralp ise zaten Merkür de doğdu. O istediği yere uçabilir cinlerin bütün özelliklerini taşır. Çünkü o bir cin bedeninde büyüdü. O el-has. Ama onun insan gibi bir bedeni yok. Ve o benim kabilemin ve Işıkerin kabilesinin burada ve Merkür de ki varisi.
- Peki neden, oğlun esir oldu?
- Çünkü benim oğlum âdemoğlundan da bir parça taşıdığı için cinler gibi davranmıyor. Cinler bir insanın  diğerini öldürdüğünü görmüşse, görmezden gelir karışmaz. İnsanların yaptıklarıyla ilgilenmez. Sadece kafir cinler bunu kullanır. Bazı hüddamlara haber verir. Oğlum cin olmasına karşın ademoğlunun işine karıştı. Üzerine vazife olmayan şeyler yaptı, Niyeti iyi olsa da cin kurallarını çiğnedi. Yine de hak etmediği bir ceza aldı. Şimdi iyi bir plan yapıp onu kurtarmamız lazım.
- Peki, nasıl kurtaracağız?
- Ben sırası gelince anlatacağım. Şimdi sen kendine iyi bak kuvvetlen. Ben ara sıra uğrarım. Şimdi benim yeşil haleli birini daha bulmam lazım. Bunu ikimiz yapamayız.
Nefeset gitmişti, Cihan’ın aklında bir sürü soru vardı. Şimdi bunları düşünmeyecekti. Hayatın ona sunduğu bu harika imkanlardan faydalanacaktı. Karnını doyurup dinlenecekti. Spor yapmayı da düşündü. Nefeset haklıydı, eğer zor bir görevse güçlü olmalıydı.

  Nefeset yeniden insanların arasında dolanıyor yeşil haleli birini bulmaya çalışıyordu. Bu çok zordu. İnsanlar en çok turuncu ve beyazdı, birazı mavi ara da kırmızılar vardı. Yeşil haleli birini bulmalıydı. Namaz vaktiydi. Belki namaza giden genç güçlü bir delikanlı bulabilirdi. Bir kaç caminin penceresinden baktı.  Hafif yeşilli haleler gördü ama o kadar yaşlı insanlardı ki kendilerine hayrı yoktu. Ona yardım edemezlerdi. İmam’ın bile başında turuncu hale vardı. Cami için toplanan paraları adaletli harcamak zor olsa gerek, diye düşündü. Belki normal cami yerine cemaatlerin mescitlerine bakmalıydı. Yüksek duvarlarla çevrili kısa minareleri olan kocaman bir bina buldu. Üzerinde (Ermişoğulları halk yurdu) yazıyordu. Bahçeden içeri girdi. Pencereleri kontrol etti. Kocaman pencereler vardı. Mescit olduğunu düşündüğü pencereden içeri baktı. O kadar renkli haleli insanlar vardı ki aradığı rengi seçmek için cama yaklaştı. Burası normal camilerden daha kalabalıktı. Pencereye iyice yaklaşınca korkudan irkildi. Camın diğer tarafından kapkara kocaman haleli saçı sakalı birbirine karışmış kocaman burunlu yanakları siyah sivilce ve lekelerle dolu başında kavuk olan biri kocaman gözleri ile ona bakıyordu. Gözlerinin beyazını kırmızı damarlar kapatmış gözbebeği ise kapkaraydı. Korkuyla geri çekildi. Arkasında ateş var gibi sıcaklık hisseti yanık kokusu geldi. Saçlarının ucu tutuşmuştu. Arkasına baktığında bir ifrit gördü. O kadar korkmuştu ki yanan saçları ile kaçmak istedi. İfrit hemen dibindeydi.

ESİR CİN 1 Nefeset (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin