yarı çinli yarı ingiliz olmak neden bu kadar zor?

1.2K 48 22
                                    

Tam bir hafta geçmişti boğa saldırısı üzerinden. Bu bir haftalık süreçte işe gitmiş gelmiş, annem ile bol bol konuşmuş ve Lily ile de planlar yapmıştık.

O benim en yakın arkadaşımdı ve moda tasarım mezunuydu. Şu an Paris'de ünlü bir moda evinde çalışıyordu.

İkimizde okullarımızı bitirmiştik ve çalışma hayatına atılmıştık. İyi para kazanıp güzel bir yaşam sürüyorduk ama yine de berbat beslendiğimiz, uzun süreler uykusuz kalıp ders çalıştığımız öğrencilik günlerimizi özlüyordum. O da çok özlüyordu ve bu yüzden iki hafta sonra hafta sonu buraya Maranello'ya geleceği hakkında sözleşmiştik.

Tanıdık birilerine o kadar ihtiyacım vardı ki sandığımdan daha çok zorlanmıştım çünkü. Hâlâ Ferrari'de çalıştığım için dünyanın en mutlu insanıydım ama çalışma ortamım beklediğimden daha zorluydu.

Yarı Çinli yarı İngiliz olmak neden bu kadar zor olmuştu anlamış değilim. Evet Ferrari milliyetçi bir markaydı ama bu kadar ırkçı olmaları sinir bozucuydu.

Bir haftalık süreçte ne yaşamış olabilirsin dediğinizi duyar gibiyim. Anlatayım.

İlk olarak aerodinamik bölümünün başkanı olan bay Lorenzo tarafından aşağılanmıştım.

'İngiliz olman yetmiyor bir de Çinli misin?' sözlerini sesli şekilde 'Yazık!' sözünü de arkasını dönerken sessiz bir şekilde söylemişti.

Aynı ofisi paylaştığım çalışma arkadaşlarım Diego ve Adele tarafından da samimi karşılanmamıştım.

Sözde birlikte çalışıyorduk ama onlar hep kendi aralarında işleri hallediyorlar benim ile konuşmuyorlardı bile. Hee bir de sevgiliydiler ve Adele gereksiz bir şekilde Diego'yu benden kıskanmıştı.

Neyseki tek farklı milletten olan ben değildim. Motor ve fren sisteminde bir çok farklı ulustan çalışan vardı. Hatta şasi bölümündekiler ile birlikte yiyordum öğle yemeklerimi. Sanırım aerodinamik bölümünde çalışan tek farklı milletten olan kişinin ben olması benim şansızlığımdı.

Geçen bir hafta boyunca Charles ve Vasseuru görmemiştim onlar İmola'da çalışıyorlardı ama bugün iki Ferrari pilotu ve takım patronu fabrikada olacaktı. Bu yüzden şu an önünde durduğum lavabo aynasında makyajımı tazeliyordum. Özellikle göz altlarımın kara olmamasına özen göstermiştim. Dün gece fabrikada sabahlayınca göz altlarım haliyle şişmiş ve morarmıştı.

Çok çalışmıştım. Araç yapılmadan önce ilk hazır olması gereken bölüm tasarımı ve aerodinamik yapısı olacağından gece gündüz defalarca çizimler yaparak mükemmel aracı ortaya çıkarmaya çalışmıştım.

Tabi bu bir haftalık süreçte tek başına yapılacak iş değildi. Ekibin kalanı ile -benimle fazla bilgi paylaşıp konuşmasalar bile- beraberce bir taslak ortaya çıkarmıştık.

Vasseur ve strateji ekibi dün gelmişti -ama henüz onları da görmemiştim- bugünde pilotlar gelecek ve genel toplantı yapılacaktı. Üzerimdeki etek ve tişörtten oluşan üniformamı son kez düzenleyerek lavabodan çıktım.

Ofise ulaştığımda herkesin çoktan gittiğini görmüştüm oysaki beni beklemelerini söylemiştim. Ama sorun değildi genelde bana haber verilmeden ve beni beklemeden gidiyorlardı.

Masamın yanına gidip gerekli evrakları son kez kontrol ederken Taylor Swift'tin my tears ricochet şarkısını mırıldanmaya başladım. Swifties sayılmasam bile çoğu şarkısını ezbere biliyordum.

'I didn't have it in myself to go with grace.'
Ön kanat çizimlerini bir türlü bulamıyordum ve toplantıya geç kalıyordum.

'Cause when I'd fight, you used to tell me I was brave.'
Sandalyeme oturup derin bir nefes aldıktan sonra sakince kağıt yığınını karıştırmaya başladım.

'And if I'm dead to you, why are you at the wake?'
Bulamayınca ellerim ile masadan destek alarak arkamdaki cizim masama doğru sandalyem ile kayarak ulaştım.

'Cursing my name, wishing I stayed.'
Evettt işte buradaydılar.

Nakaratın son kısmını da sesli bir şekilde söylerken bana eşlik eden bir ses kulaklarıma dolmuştu.

"Look at how my tears ricochet."

Sandalyemi kapıya doğru çevirip gördüğüm kişi ile ayağa kalktım. Gelen Charles'dı. Sanırım toplantıya baya bir geç kalmıştım. Pilotlar bile gelmişti ayrıca nedense her seferinde garip şekillerde karşılaşıyorduk.

"Seni odada göremeyince merak ettim. Burada olacağını tahmin etmiştim."

Eee evet geldin ama neden geldin. Zihnime doluşan düşünceleri bir kenara bırakıp gerekli çizimleri dosyaya hızlıca koyup onun yanına doğru gittim. Bir yandan da konuşmaya başladım "Ön kanat çizimlerini bulamadım bu yüzden geç kaldım. Ama merak edip gelmene gerek yoktu o kadar önemli biri değilim. Henüz."

Yanına ulaştığımda kapıda bana gereken boşluğu sağladı ve dışarıya çıktım. Ardımdan kapıyı kapatıp beraber koridorda yürümeye başladık. İkimizde konuşmuyorduk ama ilk sessizliği bu kez o bozdu.

"Senin nerede olduğunu sorunca kimse cevap vermedi. Ayrıca mezun senende Ferrari'de çalışmaya başlayacak kadar yeteneklisin, bu yüzden de önemli birisin." hakkımda bu kadar çok şey bilmesi beni şaşırtmıştı. Ama öğrenilmesi zor bilgiler değildi bunlar asıl sorun bunları biliyor olmasıydı. Ayrıca nerede olduğumu biliyorlardı neden söylememişlerdi ki? Beni sevmediklerini bu kadar belli etmeseler bari.

"Tuvaletteydim ben onlar öğle yemeğinden gelince beni bulamamışlardır ofiste bu yüzden nerede olduğumu bilmiyorlardır." gayette biliyorlardı. Birlikte gelmiştik yemekten ve lavaboya gireceğimi sonra toplantıya katılacağımı söylemiştim onlara.

Charles bana inanmışa benziyordu çünkü "Bende seni kabul etmediklerini düşünmüştüm. 4 yıldır onlar ile çalışıyorum yenileri hiç sevmezler." demişti.

Öyleydi yeni beni hiç sevmemişlerdi ama bunu onun bilmesine gerek yoktu. Toplantı odasına geldiğimizde kapıyı benim için açtı tam girerken söylemeye fırsatım olmayan düşüncemi de sadece onun duyacağı şekilde söyleyerek içeriye girdim.

"Sesin çok güzelmiş. Bayıldım." cevap vermesine fırsat vermeden masada benim için boş bırakılan yere oturdum ve ilk toplantıma bensiz de başlamış olsa katılmış oldum.

Ferrari Prensi / Charles LeclercHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin