Şarkının ritmine kendimi o kadar kaptırmıştım ki artan sesimin desibeli koridorda bile yankılanıyordur belki de ama umurumda mı hayır.
Umduğum hiç bir şey yolunda gitmemişti. Ne iş yerimde güzel bir ortamım vardı ne de babam ile güzel bir ilişkim. Anneme üstü kapalı yediğim mobingleri anlattığımda ne hikmet ise babamında haberi olmuştu. İşten çıkıp yanlarına Londra'ya gelmemi ve Redbull'da işe başlamamı söylemişti. Hayır hayır emretmişti sonuçta orada da amcam çalışıyordu ve benim için iş imkanı ayarlayabileceğini çok iyi biliyordu. Babamın bu kadar yakınları bu işin içindeyken neden nefret ettiğini anlamış değildim ama kabul etmemiştim ve sonuç yine aramız kötüydü.
Son nakarat da gelince düşüncelerimin ağırlığı ile sessizce söylerek bitirmiştim şarkıyı.
"Back when I was livin' for the hope of it all."
Şarkının bu dizeleri beni o kadar iyi anlatıyordu ki Ferrari'de çalışma umudu ile gece gündüz çalıştığım günler geldi gözümün önüne. Bi umuda bağlanarak yıllarımı feda etmiştim.
Elimde ki kalemi masaya bıraktıktan sonra kulaklığımı çıkardım ve başımı ellerimin arasına alarak ağlamaya başladım. Benden İzinsiz akan göz yaşlarıma hakim olmak gibi bir niyetim de yoktu zaten. Her sabah zorla geldiğim bu ofis şu an üzerime üzerime geliyordu. Oysa ki ne güzel hayallerim vardı benim. Ferrari ile şampiyon olacaktım.
Göz yaşlarıma eklenen hıçkırıklarım ile bir süre daha ağlamaya devam ettim ta ki görüş alanıma bir peçete girene kadar.
Oturduğum yerden arkama doğru yaslanarak gelen kişiye baktığımda içimden yine mi yaa diye isyan etmek bile gelmemişti bu kez. Gelen Charles'dı.
"Neden ağladığını sorayım mı yoksa sessizce bekleyeyim mi?" ben hâlâ neden geldiğini merak ederken sorduğu soru ile kafam karışmıştı.
"İkiside değil." sandalyemden kalkarak söylediğim sözlerimi ondan bir iki adım uzaklaşarak devam ettim "Bence en iyisi gitmelisin." Charles verdiğim cevaptan hiç hoşlanmamıştı elindeki peçeteyi elime tutuşturarak diğer masama yaslandı. Kollarını göğsüne birleştirip "Neden?" diye sorusunu da sorarak bana bakmaya devam etti.
Verdiği peçete ile burnumu ve göz yaşlarımı silip çizim masama yaslandım ben de. Tıpkı boğa saldırısı olduğu günde ki gibi olmuştu. Tek fark şimdi tam tersi masalardaydık.
Bende tıpkı onun gibi kollarımı birleştirip ona bakmaya başladım. "Neden geldiniz?"
"Gelmem için bir sebep mi olması gerekliydi?"
"Hayır. Hayır bir sebep olmasına gerek yok sonuçta siz Ferrari'nin pilotusunuz?"
"Siz derken. Aramızdaki saygı ifadelerini aştığımızı sanıyordum."
"Aşmamalıydık belki de." kollarımı açıp ellerimi masaya dayayarak başımı eğdim ve ayakkabılarım ile bakışmaya başladım.
"Bilmeden seni kıracak bir şey mi yaptım? Ağlamanın sebebi olmak istemem Laura."
"Yapmadın! Sizin için ağlayacak kadar bir münasebetimiz yok zaten Bay Charles."
Cümlemin sonunda Charles söylediklerimden hiç hoşlanmadığı çok açıktı. Başını eğip sinirli olduğu belli olan gülümsemesi ile dudaklarını ısırdı. Sertçe.
"Bana neden böyle davrandığını anlatamayacaksın değil mi?"
"Hayır."
"Güzel."
"Güzel.."
Bir sevgilisi vardı ve artık eskisi gibi samimi davranamazdım ona. Benim love story başlamadan bitmişti malesef.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ferrari Prensi / Charles Leclerc
Fiksi PenggemarSeni sevmek Ferrari kadar güzeldi ama sen Ferrari motoruydun güzelim. Charles Leclerc Scuderia Ferrari F1 pilotuydu ve aerodinamik mühendisi Laura Thompson tarafından aşka düşürülmüştü. Bu sene o sene olacak mıydı ve Laura Charles'a hayalindeki şam...