sel ( part 2 )

761 36 90
                                    

"Nerdesin Laura neredesin!!!"

Kafayı yememe çok az kalmıştı, hangi akla hizmet kimseye haber vermeden giderdi bu kız. Canının hiç mi kıymeti yok?

Kafamın içi cehennem yeriyken beni zorla tıktıkları çadırda endişeden delirmek ile meşguldüm. He bir de sessizce bir köşede oturan Max'e sinirlenmekle.

Kaybolduğu haberini aldıktan sonra nasıl uçağa bindim de buraya geldim hatırlamıyorum bile. Gelir gelmez karşımda gördüğüm Max ile de ekstra sinirlenmiştim de hadi neyse sonuçta eski sevgilisi ama eski işte hala inatla Laura'nın ona döneceğini düşünen bir aptal.

"Yürü kalk gidiyoruz bir şekilde bulacağız onu böyle elim kolum bağlı bekleyemem."

Bir köşeye fırlattığım ceketimi alırken hâlâ yerinde oturan Max ile ben sinirlenmeyeyim de kim sinirlensin?

"Max hadisine."

"Sus düşünüyorum."

"Neyi!."

Bağırarak söylediklerim üzerine istifini hiç bozmadan ayağa kalktı ve bu kez de çadırda dolanarak düşünmeye devam etti sanırsam.

"Bir planımız olmadan hiç bir yere gidemeyiz."

Haklıydı ama bunu onun bilmesine gerek yoktu.

"O kadar düşündün bari bir planın var mı?"

Max endişeli bir şekilde tam karşıma geçip konuşmaya başladığında hiç de mantıklı şeyler yapmayacağımızı çoktan anlamıştım.

"Bir planım var ama çok tehlikeli."

"Umurumda bile değil yeter ki Laura'yı kurtaralım."

.........

Başımın tam arkasına giren dayanılmaz acı ile son iki belki de üç saattir baygın olarak yattığım zeminde acı içinde bir tur da ayık kıvranıyordum.

Hava çoktan kararmış ve dışarıdan çıt ses gelmiyordu, ya kaybolduğumu fark etmediler ya da yaptığım aptallığın en güzel cezası olarak beni kurtarmaya tenezzül etmiyorlardı. Umarım ikincisi değildir.

Zihnimi meşgül eden kurtarma ekipleri ve başımın arkasına giren acı dışında bir de artık hissetmediğim sol ayağım vardı.

Camdan kendimi içeriye son saniye atarken büyük bir kütük parçası ayağıma çok sert bir şekilde çarpmıştı. Yani emin değilim sanırım çarpmıştı çünkü içeriye kendimi hiç de planlı atmadığım için önce çalışma masasını üzerine düşmüş ardından yere düştüğümde başımın arkası masanın demir ayağı çarptığı için bayılmışım.

Bunları nasıl becerdim bilmiyorum ama yerimden kalkmam gerekiyor. Hayır tam kurudum derken içeriye dolan su ile de yeniden ıslandım.

Zor da olsa yerimden doğrulmayı başardığımda yere damlayan kan ile iliklerime kadar korktum, çok fazla kan vardı.

Elimle acıyan enseme dokunup geri çektiğimde kırmızıya boyanan ellerime bir turda göz yaşlarım eklenmişti. İşte şimdi fena halde sıçmıştım.

Açık camdan oluk oluk akan suları görmem ile elimi boş verip yeniden dışarıya kulak kesildim. Hiç ses yoktu aynı evde olduğu gibi, Lucy lütfen hayatta ol lütfen.

Burkulduğundan oldukça emin olduğum ayağımın üzerine basmakta zorlanarak odadan çıktım. Koridorlar yavaş yavaş su ile dolarken ne yapacağımı da gram bilmiyordum. En iyisi Lucy'ye seslenmek eğer hayattaysa bana karşılık verecektir.

"Lucy lucy lucyyyyy."

Adını haykırarak söylememe rağmen ne ses ardı ne de seda. Ölmüş olduğu gerçeğini yavaş yavaş kabullenirken salona gelmiştim çoktan ve gördüklerim...

Ferrari Prensi / Charles LeclercHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin