Yokohama Işıkları ve Tatlı Bir Adam

281 21 36
                                    


Rüzgarın esmesiyle Yokohama'daki kiraz çiçekleri havaya savrulmuş birkaç taç yaprak üstüme çoğu da yere düşmüştü. Derin bir nefes alıp gökyüzünü izlemeyi kesmiş baharın bana bahşettiği alerjiden daha çok etkilenmemek için Liman Mafyası'nın ana binasına girmiştim.

İçeriye girmemle astlarım bana baş selamı vermişti, hepsi benim için değerliydi, rekabetin içinde aile olmayı öğrenmiştik. En azından öyle varsayıyorum.

Asansöre ulaştıkan sonra yirmi sekizinci kata bastım. Kapı kapanmak üzereydi ki bir el kapıyı araladı, sarı saçlı bu kadını tanıyordum, Ichiyo Higuchi.

"Kusura bakmayın, sizin olduğunuzu bilmiyordum."

Herhangi bir şey demeden kafamı salladım sabahın bu vaktinde konuşmaya hiç hevesim yoktu. O da cevap beklememiş olsa gerek on beşinci kata basıp kenara çekildi. Konuşmak istememiş olmasına içten içe minnet ettim.

Pek fikir sahibi olduğum bir kadın değildi, pek güvendiğim biri de değildi. Özel bir yetenekle mi fena sayılmayan bu rütbeye gelmişti bunu da kimse bilmiyordu.

Şapkamı gözlerimin önüne getirip onun inmesini bekledim, bir sebep olmasa dahi keyifsizdim. Keyifsizlik bir hayat tarzı olmuştu ve bana ait bir bütündü. Çok geçmeden asansör yavaşladı, adım seslerini duydum, ardından da kapı kapandı. Tek olmanın verdiği huzurla kafamı asansör aynasına yasladım.

Çalışmayı seviyordum, işkolik bile denilebilirdi bana. Aklımdaki düşünceleri duraklatabilecek bir araçtı benim için.

Asansör tekrardan yavaşladı, şapkamı usulca taktım, kapının açılmasıyla dışarıya adımımı attım. Benden başka biri bu katı kullanmıyordu halihazırda. Koridordaki sanat eserlerini sanki ben almamışım ve daha önce görmemişim gibi izleyerek odamın kapısını açtım. İçeriye göz attıktan sonra yavaşça kapıyı kapadım. Güneş ışıkları gözümün içine giriyor, masadan yansıyan ışık kapıyı aydınlatıyordu. Ceketimi ve şapkamı çıkarıp ejderha işlemeli askıya astım. Yokohama'nın yarısını görebildiğim bu manzara yüzümden tekrardan tebessüm oluşturdu. Şehrimi seviyordum, görünürde bir sorun olmaması da huzur vericiydi.

Masanın üstündeki dosyalara göz attıktan sonra vakit kaybetmenin yersiz olduğunu kendime hatırlatarak çalışmaya başladım, sanırım sakin bir gün olacaktı.

...

Kafamı kaldırıp duvardaki saate baktım, 18.25. Beş dakika sonra mesai bitiyordu. Mesaiyle çalışmak zorunda olan biri değildim ama hayatımı düzene sokmuş gibi hissettirdiği için masa başında çalışıyordum. Genellikle depodaki malları ve mafyadaki iç güvenliği teftiş ediyordum ama bunlar haricinde de sorumluluklarım vardı. Mori-san'ın güvenini boşa çıkarmak gibi bir düşüncem ya da hareketim olmamıştı o da karşılığında bana fazlasıyla ödeme yapıyordu. Şimdi işi bıraksam bile yaşlanana kadar rahat yaşardım ama benim gayem bu değildi. Astlarımı ve diğer ortaklarımı daha üste taşımak ilk amacım olmuştu her zaman. Masadan kalkıp askılığa yönelmiştim ki kapı çaldı.

"Chuuya-san içeri girebilir miyim?"

Duyduğum tanıdık sesle gülümsedim, şapkamı takarken, ceketimi omzuma attım ardından kapıyı araladım.

"Hangi rüzgar attı seni buralara?" Hafif alayla sorduğum soru karşımdaki siyah saçlı kadını da güldürmüş olacak ki tebessüm edip başıyla beni selamladı.

"Birazdan bara gidip bir şeyler içelim diyoruz, katılmak ister misin? Uzun zaman oldu."

Nereden çıktı şimdi bu diye düşünen şeytanlarımla arkadaşlarına vakit ayır diyen meleklerimin savaşı çok sürmedi. Elimi çeneme götürüp sıvazladım, eve gidip dinlenme fikri daha cazip geliyordu ama Gin'i de kırmak istemedim "Doğru söylüyorsun, biraz değişiklik iyi gelir. İki dakikaya aşağıda olurum."

Lights of Yokohama | ChuuakuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin