Kendi başına fazlasıyla vakit geçiren biri oldum çünkü benim gözümde yalnızlık bana sunulan bir zorunluluktu, seçim değildi. Hayatımın gidişatına sövüp yalnızlıkla cezalandırıldığımı düşünerek geçti yıllarım, ta ki bakış açımı değiştirene kadar. Yalnızlığı zorunluluktan ziyade bir seçeneğe çevirdiğimde aslında yalnızlığın zorunluluk olamayacak kadar kıymetli olduğunu fark etmem 17 yılımı almıştı. Yabani ya da hoş görüden uzak biri de değildim, insanlarla nasıl konuşmam gerektiğini biliyor keyfim isteyince "beyefendi" denilen erkeklerden biri oluyordum. Tabii 17 yaşındaki Chuuya'nın ön göremediği şeyler de olmuştu.
22 yaşında, hayatımın merkezi olacak adamın salıncak yapabilmek için ağaca çıkmaya çalışabileceğini düşünmemiştim.
"Akutagawa, bence o öyle yapılmıyordu."
Tachiara, ellerini belinde birleştirmiş gölün yanındaki ağaca ve elindeki iple ağaca tırmanmaya çalışan sevgilime bakarken daldığım düşüncelerden arınıp portatif sandalyeden kalktım.
"Sen bir karışma işime."
Akutagawa sırtı bize dönük şekilde konuşurken Gin ise abisinin inatçılığına kıs kıs gülmekle meşguldü.
"Yardıma ihtiyacın var mı?"
Akutagawa'ya doğru yaklaşıp konuştuğumda yüzünü bana döndü ve çatık kaşlarla elindeki ipi gösterdi. "Ağacın gövdesine baksana Chuuya, pürüzsüz." Kafamı sallayıp anladığımı belirttikten sonra Akutagawa'nın omzuna dokunup gülümsedim.
"Zıplamayı dene."
"Oraya nasıl zıplayayım. Beş metre var neredeyse-"
"Akutagawa."
Sevgilimin yüzündeki farkındalık kendini tebessüme bıraktığında zıplamasıyla ağacın dalına ipi atması bir olmuştu. Yere kuş tüyü gibi yavaşça inerken elimi uzatıp tutmasını bekledim. Saçları rüzgârla dalgalınırken yüzünde gördüğüm en hoş gülüşlerden belirdi. Ayakları yere bastığı an ben de onun gibi gülmeye başladım.
"Bu kadar çok mu istiyorsun?" dedim. Kaşları çatılıp "Neyi?" diye sorduğunda ayakkabımın üstüne basan ayaklarını işaret ettim.
"Chuuya..."
"Tebrik ederiz!"
Gin ve Tachiara tiyatro seyreder gibi alkışlayıp ıslık çalarken Akutagawa'nın sert bakışları ikisine değdi. Haliyle de ikisi aynı anda ortadan kayboldu.
"Evlilik teklifi aldım da benim mi haberim yok?"
"Bekliyorsun yani?"
"Beklememem mi gerekiyordu?"
"Sen neden teklif etmiyorsun?"
"Bekliyorsun yani?"
Akutagawa, kurduğum cümleyi bana kullandığında dudaklarım kıvrıldı. Alnındaki saçları geriye doğru tarayıp dudaklarımı alnına bastırdığımda kokusu genzimi yakıyor gibi hissettim. Ben yanmıştım ve küllerimi dahi bu adam için harcamaya hazırdım.
"Doğru zamanı bekliyorum."
"Doğru zaman mı?"
Başımı sallamakla yetinirken Akutagawa da çim zemine basıp beni incelemeye devam etti. Bir şey söylemek ister gibi dudakları aralandığında Storm ve Yuki, Akutagawa'nın bacaklarına dolanmıştı.
Bir dizimi yere yaslayıp eğildiğimde Storm kucağıma çıkıp havlamaya başladı. Yuki ise Akutagawa'ya sürelenip miyavlıyordu. İkisini her ne kadar geniş bahçemizde rahatça eğlendirsek de göl kenarında farklı bir ortam görmelerinin iyi olacağını düşünmüştük. Diablo ise hızlı hareket edebileceği ve kolayca kaybolma ihtimali olduğu için evde kalmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lights of Yokohama | Chuuaku
Storie d'amoreChuuya Nakahara, kaybettiği ışığı karanlıkta bulmuştu. Kitap kapağı: ©Ichikari 12.05.23