Elimdeki anahtarı portmantoya bırakarak çıplak ayaklarımla merdivenlere doğru yöneldim. Elime aldığım topuklular, canımı yakmaya başladığından arabaya bindiğim an onları çıkarmıştım. Üzerimdeki yorgunlukla merdivenleri tırmanırken düşündüğüm tek şey bir an önce odama çıkıp sıcacık bir duş almak ardından da kendimi uykuyla ödüllendirmekti.
Bütün gün şirkette toplantılara girip durmuş, Giovanni ile yiyeceğim akşam yemeği için de hazırlanmıştım. Şimdi de o yemekten geliyordum.
Onunla tahmin ettiğimden daha iyi anlaşmış, sadece iş konuşmaktansa birbirimizi de tanımaya çalışmıştık. Zaten bu, işin adabıydı. Hoş bir vakit geçirsem de üzerimde büyük bir yorgunluk vardı fakat bu, tatlı bir yorgunluktu.
Benimle çalışmaktan memnuniyet duyacağını, yaptığım projeyi oldukça beğendiğini söylemiş ve bu kadar genç olup aynı zamanda bu kadar şey başardığım için beni tebrik etmişti. Bunların aynısını Uraz da söylemişti ve bu, beni gerçekten gururlandıran bir şeydi.
Nihayet odama çıkabildiğimde elimi duvarda gezdirerek ışıkları yakmak için bir çabaya girişmiştim. Karanlık olduğu için hiçbir şeyi net göremediğimden bu, birkaç saniyemi almıştı. En sonunda ışıkları açtığımda oda aydınlanmış, bu da gözlerimin acımasına neden olmuştu.
Elimdeki ayakkabıları yere bırakıp üzerimdeki elbiseyi hızlıca çıkardım ve banyoya girerek direkt kendimi sıcak suyun altına attım.
Sıcak su, tüm bedenimin gevşemesini sağlarken daha da mayışmıştım. Bu yüzden de hızlı bir şekilde duş alıp banyodan çıktım ve üzerimdeki bornozu bile çıkarmadan tekrar ışıkları kapatarak kendimi yumuşacık yatağa bıraktım.
Sırtım yumuşak yüzeyle buluşunca gözlerim de kapanmaya başlamış, bu esnada da telefonuma gelen bildirimlere bile bakmadan gözlerimi yummuştum.
Aradan ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordum fakat uykuyla uyanıklık arasındaki o noktadaydım ve tam o an, yatağımın sol tarafı bir ağırlıkla hafifçe çökmüş, tanıdık koku ciğerlerime dolmuştu. Birkaç saniye kapalı gözlerimi açmak için boş bir çabaya girsem de uykum ağır basmıştı.
Ben, kokusunu solurken aradan akıp giden zamanın ardından elleri nemli saçlarımı bulmuş, nazikçe siyah tutamları okşamaya başlamıştı. Bununla birlikte bir kedi gibi mırıldanarak ona sokulduğumda dudaklarımda da belli belirsiz bir gülümseme yer edinmişti.
Göğsünden yayılan kokusu ve sıcaklığıyla kavuştuğumda beni rahatsız etmemeye özen gösterdiği belli olan bir şekilde yanıma uzanarak başımı göğsüne yaslamama müsaade etti.
"Evime gizlice girmekten vazgeç," diye mırıldandığımda yaslandığım göğsü hareketlendi, sıcak nefesi saç diplerime çarptı. Şu an gülüşünü görmek için can atsam da bir kez daha uykuma yenik düşmüştüm. Uykum bir yana hafta boyunca yaşadığım yorgunluk bir yanaydı. Kendimde kolumu kaldıracak gücü bile bulamıyordum.
"Telefonlarımı açsaydın buna gerek kalmazdı," dedi, o da tıpkı benim gibi neredeyse fısıltıyla. Sesini duyduğum an midemdeki tenyalar harekete geçtiğinde elimi göğsüne yaslayarak gözlerimi açmadan başımı hafifçe ona doğru kaldırdım. Saçlarımdaki elleri hâlâ olduğu yerdeydi.
"Demek gecenin bir köründe beni arayan hadsiz sendin." derken dudaklarım çenesine sürtmüştü. Bir süre sessiz kaldığında gözlerimi aralamayı bir gereklilik görerek hafifçe gözlerimi araladım.
Gözlerim, direkt olarak yeşil gözlerini bulduğunda bunun yanında çatık kaşlarını da görmüş oldum. Yine niye çatmıştı o kaşlarını?
"Ne oldu?" dedim, uykulu halime rağmen meraklı bir tavırla.
YOU ARE READING
PRANGALAR | +18
RandomGöğsümde hissettiğim namlu bana tesir etmezken gözlerimi, elindeki silahtan usulca gözlerine çıkardım. Mavilerim onun yeşilleriyle buluşunca sert bakışlarının esiriydim. Çenemi hafifçe kaldırırken aynı zamanda benimde elimde olan ve göğsüne doğrult...