Ayağımdaki düz tabanlı çizmelerimin zeminde bıraktığı tok sesle birlikte az önce indiğim asansörü arkamda bırakırken dudaklarımdaki o aptal gülümsemeyi silerek elimdeki telefonu kapatıp montumun cebine koydum.
Neredeyse bir saat öncesinde Olcay'ın yanına, otele gelmiş, onu ziyaret etmiştim. Burada olmasına rağmen en son günler önce görüşebilmiştik çünkü kendisi buraya benim için değil, etrafı gezip görmek için gelmişti! Geldiklerinden beri yerlerinde durmuyorlardı ve şimdi de Ufuk'la Onur, bu sabah İzmir'e dönmek zorunda kaldıklarından Olcay burada tek kalmıştı. Aslında benim tanıdığım Olcay, onlarla birlikte eminim ki geri dönerdi fakat burada onu tutan sebebi bilen tek kişi bendim. Bunu her ne kadar bana söylemese de onun o şapşal tavırlarından bunu anlamıştım. Üstelik hanımefendi, iki gün önce nasıl becerdiğini anlayamadığım bir şekilde ayağını burkmuştu ve günlerdir odasında yatıyordu. Bunu da bana söylememiş, anca geldiğimde öğrenebilmiştim.
Ben, bunları düşünürken tam o an sert bir bedene çarpmış olmam beni duraklatan tek şeydi. Çarptığım beden her kime aitse bir canlı olmadığını şu an ona söylemek istiyordum, çünkü bir kayaya çarpmışım gibiydi.
Dudaklarımdan acı dolu minik bir inilti dökülürken elimi başıma götürdüm. Resmen nevrim dönmüştü!
"Çok pardon," diyen kalın ses, kulaklarıma ulaşırken onu algılamakta kısa bir an zorlandım. Parmaklarımla hafifçe başımı ovalayıp bakışlarımı karşımda duran ve benden epeyce uzun olan adama çevirdim.
Üç numaraya vurmuş olduğu saçlarıyla iyi bir uyum sağlayan ve beyaz tenine zıt bir şekilde koyu gözlere sahip olan bu adam, bana hiç olmadığı kadar yabancı gelirken çatık kaşlarım usulca düzeldi, elimi yavaşça aşağı indirdim. Daha önce bu otele geldiğimde de onunla asansörde karşılaşmış, benim için asansörü tutmuştu. Onu sıklıkla görmeye başlamıştım.
"İyi misin?" diyerek mahcup bakışlarını yüzümün her köşesinde gezdirdiğinde başımı hafifçe aşağı yukarı salladım.
"İyiyim," diyerek yanıtladım onu. "Kusura bakmayın önüme bakmayan bendim." dedim, koyu gözlerine bakarak. Bununla birlikte bir önemi yokmuşçasına başını hafifçe iki yana salladı fakat ben, onunla aynı fikirde olmayı isterdim. Hâlâ başım zonkluyordu!
"Asıl siz kusura bakmayın," dedi, kibarca. Ardından hâlihazırda açık olan telefonunu kapatıp kabanının cebine koydu. "İyi olduğunuza emin misiniz?" derken bir kez daha beni süzmüştü ama bu, normalin üzerinde fazla dikkatli bir süzüştü. Bunun üzerinde durmayıp ellerimi montumun cebine koyduğumda omzunun üzerinden gördüğüm Kılıç da dönen kapıdan içeri, otele giriş yapmıştı. Simsiyah gözleri, sanki orada olduğumu biliyormuş gibi direkt olarak gözlerimle kesiştiğinde bu kısa sürmüş, önümde dikilen bedene bakışlarını çevirmişti. Sadece birkaç saniye bakışları orada takılı kaldığında kaşları ışık hızıyla çatıldı. İşte bu, bana tuhaf geldiğinde gözlerimi yine karşımda duran yabancı adama çevirdim. O bakışları hâlâ olduğu yerdeydi.
"İyiyim, bir sorun yok." dedim, elimi hafifçe havada sallayarak. "Tekrar özür dilerim, iyi günler." diyerek de adımlarıma yön verip yanından ayrıldığımda onu gerimde bırakmış, bana doğru gelmekte olan Kılıç'a doğru ilerlemeye başlamıştım. Onun o çatık kaşlarının altındaki bakışları arkamda takılı kalmıştı.
"Hayırdır?" dedi, yanına ulaştığım ilk anda. Hemen arkasından bakışlarını bana çevirip sağ gözünü kırptı. "Ne konuşuyordun o lavukla?" Bu, kaşlarımı çatmama neden oldu.
"Hayırdır?" dedim, ben de onu taklit ederek. "Kenan'la çok vakit geçirdin herhalde son zamanlarda, hesap sormalar falan?" diyerek sözlerimi sarf ettiğimde gülecek gibi oldu.
YOU ARE READING
PRANGALAR | +18
RandomGöğsümde hissettiğim namlu bana tesir etmezken gözlerimi, elindeki silahtan usulca gözlerine çıkardım. Mavilerim onun yeşilleriyle buluşunca sert bakışlarının esiriydim. Çenemi hafifçe kaldırırken aynı zamanda benimde elimde olan ve göğsüne doğrult...