Fırat Delitaş’ın kim olduğunu her ne kadar sorup soruştursa da bir malumat edinemeyen Cevher, son çare olarak cezaevine gidip İbne Ali’yi ziyaret etti. Yıllarını mapusta geçirecek olan Ali oldukça pişkin bir tavırla sırıtarak Cevher’e, Fırat Delitaş’ın ondan Ayaş’ı alacak kişi olduğunu söyledi. Çeçen Rıza’nın gazinosuna el koyan Maruf, dikkat çekmemek adına bu aralar Ayaş’tan ayrılmıyor, sürekli Cevher’in yanında duruyordu.
Aradan geçen iki gün içinde Sedef Hanım ile birlikte gelinlik provasına gittik. Yanımızda Berrin ve Talat’ta vardı. Düğünden önce damadın gelinliği görmesinin uğursuzluk getirdiğini söyleyip duran Berrin’e, Talat hafiften gülümseyerek karşılık verirken Sedef Hanım bu söylemin saçmalıktan ibaret olduğunu düşündüğünü anlatan bakışlar sergiledi. Eziyet olarak gördüğüm bu provanın bir an önce bitmesi için içten içe dua ettim. Günün sonunda Talat validesi ile birlikte ben de Berrin ile birlikte eve döndüm. Berrin, yol boyunca Semih ile aralarını düzeltmem konusundaki ısrarlarına devam etti. Kırılmaması için ses etmediğim Berrin, susmak bilmeyince ona aralarını açan sebebi sordum.
“Büyütülecek bir şey değil aslında!” diye başladığı konuşmasını yakınarak devam ettirdi:
-Beni ailesine layık görmüyor galiba. Ailenle tanışmak istiyorum dedim, istemiyorum, diyerek çıkıştı bana. Sonra bir daha ailesinden söz etmeme mi istedi.
-Üstelemeseydin, belki hazır hissetmiyordur, belki ailesiyle arası bozuktur ne biliyoruz?
-Sıkıntı orada işte, anlatmadığı için bilmiyoruz. Konuyu tekrar açacağım.
-O zaman barışmanız için benim bir şey yapmama gerek yok. Nasılsa sen konuyu açınca tekrar bozuşacaksınız.
Berrin ile olan konuşmam Mahinur Hanım’ı, Akif Efendi’ye kek ve çay ikram ederken görmem ile son buldu. Bahçeye çıkıp Nusret ile görüştüm. Akif Efendi’nin konağa gelişinden beni sorumlu tuttuğu gayet net bir şekilde ortadaydı. Çünkü beni görünce meşgul olduğu işi bırakıp yanıma koşan Nusret, kendisine ancak ikinci kez seslendiğimde yanıma gelmişti. Kaşlarını kaldırarak gözlerini Akif Efendi’nin üstüne diken Nusret’in elini tutup yürümeye başladım. Daha sonra aramızda onu Akif Efendi’nin yanına gitmeye, arkadaş olmaya ikna edecek bir konuşma geçti:
-Bugün okula gitmedin, öyle değil mi?
-Hayır gitmedim. Yarın da gitmeyeceğim, gelecek hafta da gitmeyeceğim.
-Yani, Mehmet Havva ile mendil kapmaca oynamaya devam edecek?
-Etsin!
-Peki, annen sen okula gitmeyince üzülmeyecek mi?
-Üzülsün!
-Baban yaşasaydı o da üzülmez miydi?
-Üzülürdü.
-Onu üzmek istemezsin, öyle değil mi?
-İstemem.
-O zaman okula gideceksin!
-Tamam, okula gideceğim ama geldiğim gibi soluğu bahçede alacağım. Korkuluk gibi dikileceğim.
-Tamam korkuluk gibi dikil. Belki bu sayede Akif Efendi ile de arkadaş olursun.
-Olmayacağım. Onun arkadaşlığına ihtiyacım yok benim. Hem okulda Havva var, Mehmet de her ne kadar kavga edersek edelim benim arkadaşım.
-Biliyorum, okulda Havva var, Mehmet’te var ama Akif Efendi’nin hiç kimsesi yok. O yalnız biri.
-Evet, o yalnız birisi.
-Peki, yalnızlık iyi bir şey mi?
-Hayır, bazı geceler annemin odasını dinliyorum. O ağlıyor. Sonra kapının cızırdayacağı tutuyor. Görmüyorum ama babamın çerçeve resminin üzerine düşen gözyaşlarını sildikten sonra baş ucundaki masaya yavaşça bırakıp bana bakmaya geldiğini biliyorum.
-Babanı özlüyor değil mi?
-Hem de çok.
-Sence yalnızlık iyi bir şey mi?
-Değil tabii ki.
-Akif Efendi’nin yalnız kalmasını istemezsin değil mi?
-İstemem herhalde.
-O vakit onunla arkadaş olacaksın.
Bir ayağını kaldırıp oflayarak yere vuran Nusret sonrasında yüzüme bakıp cevap verdi :
-Öyle görünüyor.
-Hadi yanına git o zaman.
Konuşmadan sonra Nusret koşarak bahçeye doğru gitti, geceleri ağlayan annesine sarıldıktan bir süre sonra epey bir vakit seyrettiği Akif Efendi’nin yanına doğru ilerledi.
Nusret oturup annesinin ikram ettiği keklerden yiyen Akif Efendi’nin yanına varana dek iki üç defa durdu durdu, yürüdü. Hatta onu son duruşunda Akif Efendi fark ederek yanına gelmesini söyledi. Daha sonra adımlarını hızlandırarak yanına oturan Nusret ile konuşmaya başladılar.
Doğrusu, Nusret, Akif Efendi anlattıkça şaşkınlık yaşadığını belirten bakışlar sergiledi. Sanırım o, ailesine olan özlemini, onlarla beraber geçirdiği günleri anlatarak giderirken Nusret onda ki yalnızlığın ne denli kuvvetli olduğunu anladı. Akif Efendi’nin yalnızlığı onu annesine daha çok bağlıyor olacak ki Akif Efendi’yi dinledikçe bel ağrısından kıvranan, temizlik yaparken her beş dakikada bir oturup soluklanan annesinden gözlerini alamaz hale geldi.Aradan geçen iki haftadan sonra merhaba diyeceğimiz yeni yıla ve provaları son bulmak üzere olan konsere sayılı günler kaldığı için stüdyoya gidip ‘’Eskiler’’ ile görüştüm. Provaya başlamadan önce oturup sohbet ettik. Konu birden kendilerine neden ”Eskiler” denildiğine geldi. Aslında onlar eskimeyen sesler, eskimeyen isimlerdi. Grubun kurucusu rahmetli Engin Bey’in kardeşi olan Ferda Sultan bir anda konumuz olan bu suale cevap verdi
-Aslında müzik hayatımız ağabeyimin gençlik yıllarına dayanır. Ağabeyimin sahne aldığı zamanlar onun minik talebeleriydik. Ana baba yoktu başımızda. Rahmetli ağabeyim sahne çıkışlarında bize mikrofonu verirse söylerdik, vermezse nerede. Sonra büyüdük tabii. Mühim simaların gönlünü hoş tutan, mesai bitti mi onları buraya gelmeye zorlayan besteler üretip seslendirdik. Bir zaman sonra içmek için bile bizim çıktığımız gazinoyu tercih eder oldular. Şimdi de sürekli o zamanın adamları gelir, içer giderler. Biliriz ki biz yok isek iptal etmişlerdir o geceki programlarını. Ağabeyimi kaybedince, uzun bir süre çıkmadık sahnelere ama insanların ‘’Eskiler’’ yoksa gidelim, dediğini hep işittik. O yüzden adımız ‘’Eskiler’’ olarak kaldı.
Daha sonra provaya başladık. Muharrem Canikli ve Aylin
Tezel ile birlikte prova daha eğlenceli bir hâl aldı. Bir İhtimal Daha Var dedikten sonra son provayı da bitirmiş olduk. Hepsine tek tek teşekkür edip oradan ayrılmak üzereydim ki yanıma bir liktelikleri yüzlerini güldüren Ferda Sultan ve Bedri Kızmaz geldi. Onlar da bana teşekkür ettiler. Yılbaşı gecesi görüşmek üzere bir kez daha vedalaştık.Eve gittiğimde Nusret’in Akif Efendi ile birlikte bahçede olduğunu gördüm. Bu durum ile birlikte yılbaşı konserine sayılı günler kalmasından kaynaklanan heyecanıma bir de Nusret’in mutlu olmasının sebep olduğu sevinç eklendi. Odama geçerken Vahide Sultan’a, Berrin’in buraya gelip gelmediğini sordum, haberinin olmadığı cevabını verdi. Daha sonra Aliye Hanım’dan bugün buraya hiç uğramadığını öğrendim. Herhalde Berrin sonunda Semih ile ayrılmalarına sebep olan sorunu çözmek için bir araya geldi. Hatta Semih’in konuşmak istemediği aile konusunu Berrin tekrardan açınca aralarındaki tatsızlık büyüdü, diye düşünmeye başladım.
Ayaş’ı dolana dolana Çankaya civarına gelen Cevher, yol üstünde barışmak adına bir araya gelen ancak konuşmak yerine tartışmayı tercih eden Berrin ve Semih’i fark etti. Aralarında sokağın başındaki direk olduğundan Cevher onlara görünmeyecek şekilde çekildi. Sonra sürekli bakıp bakıp daldığı fotoğrafı beyaz renkli ve kalın sarı ile turuncu çizgili gömleğinin sol göğüs tarafındaki cebinden çıkartarak gözlerini fotoğraftaki kişi ve Semih arasında bir süre gezdirdi. Bu durum Berrin ile anlaşamayınca hızlı bir şekilde yürümeye başlayan Semih onun yanından geçene dek devam etti. Cevher fotoğrafa her baktığında söylediği gibi yine aynı sözleri onu bulduğunu ekleyerek kısık bir sesle dile getirdi:
-Buldum seni. Benden önce davranıp sen öldürdün onu. Seni buldum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BEY KIZI /KİTAP OLDU
General FictionKİTAP OLDU D&nr ve kitap satan her yerde. Bey Kızı Ayşe' nin; babası Sadi Enver Erenler ve Anadolu Milli Parti Başkanı Talat Bircan Uğurlu karşısında Cevher'e olan zorlu aşkı. Başlangıç Tarihi : Eylül 2016 Bitiş tarihi. : Ekim 2017 Keli...