Medyada Doruk.
"Ayl oolveys lav yuu..."
Ece'nin boğuk çıkan sesi eşliğinde gözkapaklarımı araladığımda derin bir iç çektim. Sabah sabah neyin gayreti bu acaba erkenden kalkmak yetmiyormuş gibi banyo yapıyorsun bir de utanmadan.
Ya ayrıca bu nasıl uyandırma şekli?
"Eceeğ bir kes şu sesini. Bak çakacağım ağzına ama az kaldı."
Sesimi duymayı bekliyormuş gibi saçını kurulayarak çıkmıştı banyodan Ece. Tamam, şimdi sesi güzel itin, ama uyuyordum be. Biraz saygı istedim sadece. Çok bir şey mi istedim?
"Sesimi duymak senin de hoşuna gidiyor, biliyorum Rüya... Hem bu kadar harika bir sesin varsa istediğin zaman şarkı söyleyebilirsin."
Yüzümü ekşitip ona bakmaya başlayınca havluyu kafasına sararak dolabının önüne geçti. Kalkıp üstümü giyindim ben de hemen, saçlarımı dağınık topuz yaparak ayağıma sandaletlerimi geçirdim.
Bugünün planını öğrenmek için lobiye gidecektik ama kahvaltı önceliğine uyarak tabii. Emre Hoca da adam gibi bir plan yapmıştır umarım. Ona güvendik sonuçta. İyi bir insan olduğunu düşünüp bağrımıza bastık. Bulur o güzel aktiviteler dedik destek çıktık. Boşa mı gitsin bütün bunlar?
"Doruklar inmiş kahvaltıya, hadi."
Ece telefonunu çantasına atıp kapıyı açınca peşinden açık büfeye kadar gittim. İnsanların sohbetlerinden kaynaklanan bir uğultu eşliğinde yavaşça bir tabak alıp kahvaltılıkları doldurmaya başladığımda iyice rahatsız edici gelmişti bana çıkan sesler.
Ama gerçekten kimse de demiyor ki sabah sabah bir susalım da zıkkımlanalım. Herkes bir gıybet peşinde, herkes bir konuşuyor. Ne var yani akasya durağındaki Nuri Baba gibi koca yürekli bir insan olmaya karar verip sükunet içinde yeseniz, insanların başını ağrıtmasanız?
Çevreme kınayıcı bakışlar atmama engel olamayarak doldurduktan sonra tabağımı, Doruk'un oturduğu masaya yöneldim. On birinci sınıfların yarısı da özürlü gibi geldiği için otele, neredeyse her adımımda bir kişiye selam vermek zorunda kalmıştım. Gerçekten o kadar tanıdık sima vardı ki etrafta, boğazımı parmaklama raddesine geldim en son.
"Günaydıın."
Doruk'un adeta şakımasıyla bakışlarımı ona çevirip gülümsedim. "Günaydın."
Tam masada olmadığını fark edip Arda'yı soracaktım ki açık büfede elinde tabağıyla yemek seçtiğini fark ettim. Nerede olduğunu hiç önemsemiyordu sanki, ne yaptığını, nasıl göründüğünü... Burada değil gibiydi sanki. Donuk donuk bakıyor, tabağına ne koyduğuna neredeyse dikkat bile etmiyordu.
"Doruk o suratın ne öyle."
Uzanıp yanaklarını sıkmaya başladı bir anda Ece Doruk'un. Ben ne olduğunu anlayamadan bunlar yine tatlış, bitanoş havalarına girmişlerdi. Ama gerçekten kusura bakmayın da bu kadar ıy bir ilişki hayatımda görmedim ben.
O anlara tanık olmak tekrar tekrar midemi bulandırınca Arda'ya döndüm. Yemek seçimini bitirmiş, etrafı izleyerek yürüyordu. Oturduğumuz masanın yerini bilmediğine kanaat getirdim o an. Hafifçe elimi kaldırarak yerimizi göstermeye çalıştım.
Görmedi.
"Ardaa."
Seslenişim bir miktar böğürmeye de kaçmıştı ama tahmin edin ne oldu? Hiç tanımadığım insanlardan bile bana bakanlar vardı ama beyefendi duyamamıştı. Gerçekten ben mi artık müminliğimi kaybettim yoksa insanlar mı gittikçe gerizekalılaşıyorlar güvenemiyorum yani.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YAZ RÜYASI
فكاهةTelevizyondan da olsa bir kutup ayısı görmüşsünüzdür. Ama bir Yaz Rüyası? *KÜFÜR İÇERİR* -EĞLENCE AMAÇLI YAZILMIŞTIR-