Otele döndüklerinde akşam yemeğinin saatiydi. Dışarıda yemek yerine arkadaşlarıyla birlikte yemelerinin daha iyi olacağına karar vermişlerdi.Restorana girdiklerinde her ikisinin de yüzünde gülücükler açıyordu. Masaya oturdukları zaman Zehra'nın telefonuna gün içinde hiç bakamadığını hatırlaması dışında da yüzlerdeki o tebessümü silecek hiçbir olay gerçekleşmemişti. Fakat Zehra telefonu eline alıp cevapsız çağrıları gördüğünde Hande'nin yüzündeki neşenin solması uzun sürmedi. Zehra, Aslan'dan gelen cevapsız çağrıları gördüğü anda heyecanla kıkırdamaya başladı.
"Beni aramış. Ben bana kızacağını düşünüyordum ama beni aramış."
Hande, elindeki çatalını Zehra'nın yorumu üzerine gürültüyle tabağına bıraktı. Yüzü anında bus keserken yüzüne dönen her bakışın altında özgüvensizce kıpırdandı. Yerinde duramıyordu. Zehra, Ayça'yla Aslan hakkında konuşup kıkırdaşırken o sandalyesinde rahat bir şekilde oturamıyordu.
"Beni yemeğe davet ediyor kızlar. Bu gecelik onunla yesem size ayıp olur mu? Bana darılır mısınız?"
Masadaki her kişi aynı anda hayır cevabını söylerken Hande sessizdi. Zehra, onun sessizliğini fark etmedi fakat buna rağmen masadan kalkmadan önce eğilip yanağına öpücük kondurdu.
"Bana şans dile."
Zehra, yanından kalkıp gittiğinde Hande bir süre daha tabağındaki beyaz noktaya kilitlendi fakat sanki uzun zaman sonra üzerindeki donma etkisi kalkmış gibi hızlı bir şekilde kafasını arkasına dönerek tam kapıdan çıkmak üzere olan kıza seslenmek için ağzını açtı... Fakat yapamadı. Boğazına oturan koca bir yumru sesinin çıkmasına fırsat vermedi. Zehra, otelin salonuna girmek üzere olan Saliha'yla gülüşüp selamlaştıktan sonra tamamen kapıdan çıkıp gitti.
Ebrar ve Simge, hatta olaylardan Simge sayesinde haberdar olan Eda kaptan bile Hande'nin ruh halindeki değişimi görebiliyordu.
Genç smaçör sandalyesini ittirip ayağa kalktığında zar zor bakışlarını odaklayıp göz göze geldiği Simge'ye gülümsemeye çalışarak, "Ben kulaklığımı katedralde bıraktım galiba. Gidip onu alayım en iyisi," dedi. Boş bahanesine birilerinin yorum yapmasına fırsat vermeden arkasına döndüğü gibi hızlı adımlarla salondan ayrıldı.
Hava serindi. Yavaş yavaş yağmur çiselemeye başlamıştı. Yüzüne yapışan nem soluğundaki yakıcı ısıyı soğutmaya yetmiyordu ancak yine de iyi geliyordu. Sanki küllenmiş, köze dönmüş vücudunun üzerine serpilen damlalar yanan her noktasının içindeki alevi yatıştırıyordu.
Farkında olmadan adımları onu ana caddeye kadar taşıdı. Kendisi de farkında değildi ama salonda attığı yalanı gerçeğe dönmüştü. Birkaç adım ötede bahsettiği katedral duruyordu. Işıklarla çevrelenmiş bahçenin huzurlu ambiyansı ana cadde üzerinde hareket eden kalabalıktan uzak sessiz, sakin bir manzarayı ortaya çıkarıyordu. Hande'nin şu anda tam da ihtiyacı olan bir şeydi bu. Zihninde hiç susmayan, her biri farklı bir şeyi fısıldayan sayısız sesler vardı ve Hande hepsinin ortasında ebeveynsiz kalmış küçük bir kız çocuğu kadar ürkek, korkmuş bir ruh hali içerisindeydi. Ne onları sustura biliyor ne de sorularına cevap bulabiliyordu.
Ağır kapıları aralayıp içeri girdiğinde Orta Batının dönem filmlerinin ambiyansına sahip meşalelerle, mumlarla aydınlatılmış bir ibadethane salonu onu karşıladı.
Ahşap, iri bankların ortasındaki yürüme halısının üzerinden ilerlerken tam da devasa İsa heykelinin karşısındaki banka kadar giderek onlardan birinin üzerine oturdu. Bakışları salonun içindeki serin havanın titrettiği erimiş, kalıp mumların birinin üzerindeki oynaşan ışığa kilitlendi. Kulağında hep aynı neşeli ses ve onun söylediği kelimeler ve özellikle de bir isim tekrarlanıp duruyordu. Aslan! Ona duyulan sevgi ve Zehra'nın sesindeki o hararet Hande'nin derin nefes alabilmesini engelliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NKBİ ~ gxg | hanzeh
ChickLitSöyle bana kalbim neden böyle yanıyor Senin yüzünü görünce?