2.

270 28 1
                                    

Heeseung titreyen kirpikleriyle yavaşça gözlerini aralayarak bulunduğu ortamdaki sıcak havayla rahatladığını hissetti.

Doğrularak çevresine bakındı.

Güzelce tasarlanmış düzenli bir odanın içinde büyük bir yatakta yatıyordu.

Üstündeki örtüyü kenara itip ayağa kalkmıştı ki üstündeki kıyafetlerin değiştiğini fark etti.

Güzel temiz bir beyaz şort ve beyaz bir gömlek vardı üstünde.

Gömlek büyük olduğu için köprücük kemikleri belli oluyordu.

Derin bir mefes alıp sakince odayı incelerken pencereyi fark etti.

Hızlıca açarak dışarı baktı.

Büyük bir papatya bahçesi ve bir çardak vardı.

Ayrıca çevrede bir sürü normal görünümlü olan ama yerlerinde sabit durmuş çevreye bakınıyordu.

Bir adamın ona doğru bakıp telefonla konuştuğunu fark ettiğinde hızlıca geri çekildi.

Pencereyi açık bırakıp içeriye gelen papatya kokusuyla gülümsedi.

Kapının kilitli olduğunu düşünse de şansını deneyip açmaya çalıştığında açıldığını fark etti.

Tam çıkacaktı ki üstündeki bu kıyafetler ile bir sapıkla karşılaşma ihtimalini düşündü.

Kapıyı tekrar kapatıp yatağa oturdu.

Düşünmeye çalışırken aşağıdan gelen birkaç ses duydu.

Bağırdıkları için sesler kolayca duyuluyordu ancak ne dendiği anlaşılmıyordu.

Sonunda açılan kapıyla sıçrarken hızlıca gelen kişiye baktı.

Orta yaşlarda , 20'lerinin sonlarında olmalıydı, bir kadın gülümseyerek ona baktığında Heeseung korkarak ayağa kalktı.

"I'm glad you woke up, Heeseung." (Uyanmana sevindim, Heeseung.)

Heeseung cümleyi anlamasına rağmen anlamsızca bakmaya devam etti.

"Why don't you go down to lunch with us, honey?" (Neden bizimle birlikte öğlen yemeğine inmiyorsun tatlım?)

Heeseung şaşkınca kadına göz devirdi.

"Buraya neden geldiğimi bile bilmiyorum ve siz beni öğlen yemeği için mi çağırıyorsunuz?"

Kadın bir süre bir şeyleri anlamaya çalışıyormuş gibi bekledikten sonra gülümsemesine devam etti.

"Üzgünüm tatlım ama sorgulamaman gerektiğini bilmen gerekiyor."

Kadın cümlede bir çok hata yaparak konuştuğunda Heeseung bir süre cümleyi kafasında düzenledi ve İngilizce konuşmaya karar verdi.

"it's my right to ask that. What do you think you are?" (Bunu sormak benim hakkım, kendinizi ne sanıyorsunuz?)

"I'd expect you to realize that you can't do what you want here, Heeseung. You're a smart kid." (Burada istediğini yapamayacağını anlamanı beklerdim Heeseung. Sen zeki bir çocuksun.)

"How do you know me?" (Beni nereden tanıyorsunuz?)

"Oh, I don't know if you realize it, but we kidnapped you. So of course I know a lot about you." (Oh, farkındaysan seni kaçırdık. Yani elbette senin hakkında birçok şey biliyorum.)

Heeseung onun öylece bunu söylemesine şaşkınlıkla bakarken ağzı açık kaldı

Kadın sabrı tükenmiş gibi ona bakarken Heeseung olanları sindirmeye çalışıyordu.

"I'm sorry I can't go anywhere in these clothes."

Kadın bir süre onu süzüp kafasını sallayarak birine seslendi, ardından yanına bir kadın geldi.

"Bring a few pieces of clothing for Heeseung, please."

Kadın hızlıca gidip geldiğinde elinde bir kot pantolon ve beyaz tişört tutuyordu.

Kucağına bırakıp gittiğinde diğer kadin ona gülümseyerek odadan çıktı.

Heeseung düşünceli bir şekilde kıyafetleri giydi.

Neredeyse tam olmuştu ve sade olmasına rağmen oldukça pahalı markalarındı.

.

.

.

Heeki - don't blame meHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin