17. BÖLÜM: Savaşın Esirleri

18 7 0
                                    

17. Bölüm: Savaşın Esirleri

*Sen hiç seni öldüren birine aşık oldun mu?*

Yıkılmaz denilen kaç sur kaldı ki içimizde, geçilmez denilen kaç donanma veyahut? Biten kaç günün vebali var omuzlarımızda? Acıların ve gözyaşlarının kaçıncı levelini yaşıyoruz? İçimizdeki küçük çocuklar bile büyüdü ruhumuzdaki acıları yaşayarak. Onları bile soğuttu hayattan geçmişimiz. Yok oluşumuzda nasıl bakacağız yüzlerine onların? Bakabilecek miyiz veya?

Ben bakamayacak kadar çok günaha bulanmıştım. Bu kanlı geçmişten ne kadar kaçmak istesek de hepimiz kötü şeyler yapmıştık ve yapmaya devam ediyorduk. Aslında hepimiz birilerini koruyorduk ama birilerini korumak yaptığımız en büyük hataydı.

Birini çok sevdim, ve gitti. Birini çok özledim, ve bitti. Birine çok bağlandım, ve mahvettim. Hayatımın özeti halinde olan üç en sevdiğim insan vardı. Babam, Ateş ve Doğa. Babamı çok sevmiştim, gitmişti. Ateş'i çok özlemiştim ve bitmişti. Doğa'ya çok bağlıydım ve onu mahvetmiştim.

Ölüm kokusu...

İlk aldığım koku bu olmuştu bu hayata adım attığımda. Güneşin doğuşuna eşlik eden ambulans seslerinde gizli kalmıştı nefes alışverişlerim. Beni bu hayata çeken şey beni bu hayatta kalmaya devam ettirecek kadar seviyordu ama ben yaşamayı sevip sevmediğimi bilmiyordum. Hele de burada ve bu şekildeyken hiç bilmiyordum.

Burası bir hastane değildi. Burası bir hapishaneydi. Ellerimdeki demir kelepçeler beni sedyeye hapsederken buranın iyi bir yer olduğunu düşünecek kadar kafayı yememiştim ve doktorların bu durumu hoş karşılamayacağını da biliyordum. Öyle de olmuştu zaten. Pablo ile konuştuğum için buraya kelepçelemişlerdi ya beni. Konuşmam yasaktı çünkü herhangi biriyle ama ne olursa olsun konuştuklarımız hakkında en ufak şey söylememiştim buradaki beyaz önlüklülere. Burada tek kişiye güveniyordum ki o da sabaha kadar sohbet ederek tanıdığım ve tek güne bir ömür dostluğu sığdırdığım tek isimli o kişiydi: Pablo!

Hayatıma ansızın giren ve girdiği için ona minnettar olduğum kişi. Dün akşamki konuşmamız çok aleladeydi ama bu sayede hastane hakkında çok fazla şey öğrenmiştim.

Bu yerin adı Golden heart hospital olarak geçiyordu. Yani türkçe özetlemek gerekirse altın kalp hastanesi. Buraya gelen hastalar genelde başı çok belada olan, bir şekilde yasa dışı iş içinde olan ve psikolojileri bu mevcut durumu kaldıramayan kişilerdi. Ya da çok ama çok tehlikeli hastalardı. Tehlike durumlarına göre beş kattan oluşan bir hastanedeydik. Katlar -2'den başlıyordu. -2. katta en tehlikeli grup bulunuyordu ve Pablo'nun anlattığı kadarıyla orada kalan en masum kişi bir hastaneyi havaya uçurmuştu. Sadece özel yaka doktorların giriş izni vardı ve yine Pablo'nun dediğine göre üzerlerinde deney yapılıyordu. Pablo da bir deliyken onun sözlerine körü körüne inanacak değildim.

-1. katta sağlık çalışanları ve özel güvenlik ekipleri kalıyordu çünkü bu yerin yakınında bir yerleşim yeri yoktu. Olası bir tehdit durumu için de doktorların hastanede kalması gerekiyordu. Bana dediğine göre Güneş Hanım da özel yakalı doktorlardan biriydi. Zemin katta en tehlikesiz grup bulunuyordu. Alzheimer, paranoya, şizofreni ama tehlikesiz versiyonu gibi. Toplumun her kesiminden insana yer verilmişti. 1. ve 2. katta tanımsızlar vardı. Yani hastalığı tespit edilemeyenler ya da gözlem altında tutulmak istenenler çünkü tehlikeli mi tehlikesiz mi olduğu anlaşılmıyordu. 3. katta psikoz hastaları ve depersonalizasyon hastaları kalıyordu.

4. ve 5. katı ise bilmiyorduk. Daha doğrusu Pablo bilmiyordu. Ne olduğunu da çok merak etmiyordum çünkü şu saatten sonra yapacağım her şey buradan kaçmak için olacaktı. Ben bu yerde tedavi edilmiyordum aksine daha da deliriyordum. Doktorlar bileğimdeki kelepçeyi daha da sıklaştırırken mavi hemşire üniformasının sağ yaka kısmında beyaz lale figürü bulunan erkek bir hemşire "Bize bir şey söylemeye niyeti yok. Yaptıklarımız işi daha da zorlaştırıyor." diyerek lafa girmişti.

Ölümden SonraHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin