25. BÖLÜM II: Geçmiş hayatın köprüsü

7 6 0
                                    

5 Yıl önce

Doğa Uzuner o sabah çok erken saatte uyanmak zorunda kalmış ve daha hava aydınlanmadan bavulunu hazırlayarak yola çıkmıştı. Üzerinde siyah bir kapşonlu ve siyah bir eşofman vardı. Allah'tan saçları düz ve bakımlıydı. İşini oldukça kolaylaştırıyordu. Sadece rimel sürerek çıkması bile güzel görünmesine neden olmuştu. Sabah hava bile ışımadan niye makyaj yapmak isteyecekti ki? Hayatında da kimse yoktu.

Masal ve Ateş ondan daha erken dönmüştü Türkiye'ye ama Doğa'nın işleri şimdi bile çok fazla olduğu için o gecikmişti. Esneyerek anons edilen uçağa doğru yürümeye başladı. Bavulları da eline almış güç bela taşıyordu. Şu an Amerika'daydı. Üniversitenin ikinci yılı ve onlar yaz tatiline girmişlerdi. Günlerden 13 Temmuzdu. İki gün sonra 20 yaşına girecekti. Acı verici.

Sonunda uçakta kendi koltuğunu bulunca cam kenarı geldiğini fark etmiş ve bu küçük mutluluk bile onu çok sevindirmişti. Vakit kaybetmeden oraya kıvrıldı ve belli bir zaman sonra kendini uykuya bıraktı. Sadece iki saatlik uykuyla iyi bile dayanmıştı.

O sırada yanında oturan kişiyi fark bile etmemişti fakat yolun yarısında uçak hafif sarsılınca uykusunun ve aldığı eğitimlerin de verdiği etkiyle hızla ayağa kalkmıştı bile Doğa. Yanında oturan adam da aynı şaşkınlıkla uçağa bakarken yolculara sakin olması anons edildi. Doğa derin bir nefes alıp aynı hızla geri bırakırken yanındaki adam adeta fısıldarcasına, "Bir de uçak düşsün, tam olsun!" demişti ama Doğa bunu duymuştu.

Gülmesine mani olamazken yanındaki adam ona döndü. Koyu kahve, griye çalan göz bebekleri vardı. Adam ona gülümserken tekrar önüne döndü Doğa. "Bu da ne dediğimi anlamış gibi gülüyor. Herkes bir değişik." dedi bu sefer adam biraz daha anlaşılır bir sesle.

"Anlıyorum çünkü!" diye söylendi Doğa yine de gülümserken. Yanındaki adam o kadar hızlı bir şekilde Doğa'ya dönmüştü ki, Doğa bir an geri çekilmek zorunda kalmıştı. "Sen Türk müsün?"

"Hem anne, hem baba olarak. Amerikan vatandaşlığım olsa da, sonsuza kadar Türk'üm." dedi Doğa. Fazla mı uzun bir açıklama olmuştu bu? "Vay be." dedi adam. "Bir de İstanbul'a gidiyorsun. Aynı yere gidiyoruz de, uçağı beklemeden kendimi atayım şuradan." dedi adam.

"Pek zannetmiyorum ama merak ediyorsanız. Kadıköy'de yaşıyorum ben!" dedi Doğa.

"Oh, şükür. Ben Nişantaşı'na gidiyorum. Yani şükür derken sizden kurtulduğum için değil, garip bir tesadüf ondan şey ettim. İş adamıyım da ben. İş yapıyorum, garip olur yani karşılaşmamız ondan dedim. Sizin şirketle falan pek işiniz yoktur."

Doğa kaşlarını çatarak karşısındaki adama dikti bakışlarını. Karşısındaki adamın kalbindeki bu tarifsiz şey de neydi? Sanki karnı ağrıyor gibiydi ama değil gibiydi de. Düzgün nefes de alamıyordu sanki. Neden bakışlarını kızın okyanus gözlerinden çekemiyordu onu da anlamış değildi.

"Benim kendi adıma şirketim var yalnız. Ben de iş insanıyım. Ben Doğa Uzuner, Uzuner Holding hissedarı ve Uzuner Kolejleri'nin CEO'suyum. Memnun oldum." diyerek elini uzattı Doğa. Konu onun başarısı olunca asla mütevazi davranmazdı. Gece gündüz çalışıyordu bunun için. Sonuna kadar da hak ediyordu.

"Ne?"

Doğa bu samimi şaşkınlığa kahkaha atmadan duramamıştı ve bunun neticesinde uçaktaki herkes dönüp ona bakmıştı.

"Ben, ben. Ben kimdim ya?" diyerek kendiyle çelişen adama bıyık altından güldü Doğa. "Sen kimdin ki ya?" dediğinde adam uzattığı eli sıktı. "Fatih ben, Karahanlı. Memnun oldum Doğa Hanımcığım, yani Hanım. Hanım ağam!" Doğa kendini tutamayıp bir kez daha kahkaha attığında uçaktaki bakışlar bir kez daha ona dönmüştü ve bu sefer kaşlar çatıktı. Doğa yanındaki adama iyi geceler dileyerek koltuğu yatış pozisyonuna aldığında çok kolay uykuya dalmıştı. Fatih ise son sürat atan kalbinin nedenini bulmaya çalışıyordu ama daha önce hiç böyle bir şey hissetmemişti ki. Neden oluyordu bu? Yarın babasını görmeye gideceği için olabilir miydi? Kesinlikle o yüzden olmalıydı.

Ölümden SonraHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin