BÖLÜM 1

2.2K 110 85
                                    


Selamlar, yıldıza basar mısın be abi be abla?

Sevdiğiniz emojiyi bırakır mısınız?

Bilinen, bilinmeyenden iyiydi bazen. Masum sandıklarımız kirli, kirli sandıklarımız ise masum çıkabiliyordu. Tahmin etmeyeceğimiz kadar bilmediklerimiz vardı bu hayatta, hiç öğrenmememiz gerekenler ve öğrendikten sonra değişeceklerimiz. Gözlerimi kapadım ve duyduklarımı sindirmemi kolaylaştırmaya çalıştım. Bugün tam dokuzuncu gündü. Duyduklarımın yalan olmasını istediğim ama en acı gerçeği kabullenmemin üzerine dokuzuncu gündü bugün. Derin bir nefes alarak gözlerimi kirli gökyüzüne açtım. Kirliydi, kirletmiştik. Tıpkı içindeki insanlar gibi o da, dünya da kirliydi. Beyazlığı griye çalıyordu artık gökyüzünün Tıpkı içimdeki duyguların kararması gibi bulutlarda kararıyordu. Uzmanlar uyarıyordu, hava kirliliğinin insanları zehirlediğini ve öldürücü hastalık oluşturduğunu, kirlilik olmasa da ölüyorduk ve zehirleniyorduk. En azından insanlar tarafından değil de doğa tarafındandı.

Süremin bittiğini belli eden alarm sesiyle yerimden doğrularak ayağa kalktım. İçeriye götürmem gereken bir kahve faslı vardı. Her saat farklı kişilere sunduğum bir fasıldı. Mutlaka birkaç saat önce babamın misafirleri gelirdi ve bu saatlerde kahve faslı başlardı. Arkamda duran mutfak kapısından içeri girdim ve hazır halde olan tepsiyi elime alarak çalışanlara bakmadan merdivenlere yöneldim. Çalışanlarla konuşmam yasaktı. Babam onlar bizden daha alt kesimde olduğu için yasaklamıştı. Zaten muhabbet etmeyi çok seven biri değildim bu yüzden bu yasak umurumda bile değildi. Yıllardır birkaç kelime etmişliğim bile yoktu belki de. Önüme çıkan kuzenlerim ve küçük erkek kardeşimle beraber olduğum yerde durarak onlara kızgın bakışlar attım. Az daha kahveyi dökecektim onlar yüzüne. Bakışlarım çok umurlarında olmadığı için koşmaya devam ettiler. Sabır çekerek merdivenlere yöneldiğim sırada misafir kapısının açıldığını işitmiştim.

"Biraz daha yavaş yürürsen vaktin dolacak ve baban kızacak hızlı ol!" diye uyarmıştı babamın üçüncü karısı olan ama nikâhı olmayan Zelal. Derin bir nefes alarak sesimi sakin çıkarmak amacıyla yutkundum.

"Tamam, Zelal abla."

"Abla değil," diye bağırdı "Zelal Ana diyeceksin."

Sabırla iç çekerek bir basamak daha çıkmıştım. "Tamam, Zelal Ana!" ona bakmayarak ulaştığım düzlüğe adım attım ve misafirhanenin açık kapısından kafamı eğerek babamın içeri buyur etmesini bekledim. Birkaç saniye sonra babamın 'Gel' sesiyle olduğum yerden ayaklanarak içeriye girerek ilk kahveyi babama uzatmıştım. Kafamı hafif kaldırarak kahveyi alışına ve içişine bakmam gerekti. Eğer beğenirse misafirlere ikram edecektim beğenmez ise rezil edilecektim. Mavi gözlerini, gözlerime dikerek yavaşça en köpüklü kahveyi yudumlamaya başlamıştı. Birkaç dakika kahveyi ağzında dolandırdıktan sonra yuttu ve sarı pala bıyığını parmağına geçirerek erkeksi bir gülümsemeyle, elini çekilmem için sağ tarafa itmişti, "Kızım diye demiyorum ama peh de güzel kahve yapar ha!" parmağını misafirlere sallamıştı. "Başkasından bu kadar güzel içemezsiniz." demişti.

Ben yapmamıştım, bunu da biliyordu ama insanlara kendini ve beni övmek için bunu yapıyordu. Bir kız evlat demek, başlık parasıydı onun gözünde, bir kız evlat demek eşine sunulması gereken mezeydi. Sinirle bakışlarımı ondan çekerek yere indirdim. Kapının en başına ilerleyerek misafirlere koca tepsideki kahveleri ikram etmeye başlamıştım bile. Her gün olmasa da haftanın beş günü misafirleri gelir, kendini ve beni görüp giderlerdi. Aslında ben teşhir ürün gibi bir şeydim, bakılan ama alınmayan.

İkram ettiğim her kahvede genç misafirler önce beni sonra da kahveye bakıyorlardı. Kahveyi alıp babalarına veya yanında olan aile büyüğüne dönerek imalı bakış atıp kahveyi yudumluyorlardı. O kahveleri bir gün ben yapacaktım ve şeker yerine zehir katacaktım. Bunu kesinlikle yapmam gerekti.

ÖZGÜRLÜĞÜN KÜLLERİ +18Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin