just for tonight, pretend that it's all alright
-
sırtımda kalbimdeki ağırlıkla yarışmayacak kadar hafif bir çantayla öyle dikilirken zihnimde golyadkin'in kelimeleri yankılanıyordu. maskeyi sadece maskeli balolarda takarım, diyordu. insanların arasında dolaşırken değil.insanlarda yüzyıllardan beri süregelen, kendilerini göstermeye karşı bir arzusu vardı. bu arzu öyle kuvvetli bir şeydi ki, toplum içinde insana kendisi gibi var olmayı yasaklar, yanlış karşısında diline kilit vurmayı öğretirdi. kabul görmek için ya boyun eğmeniz gerekiyordu ya da insanların arasındayken bile maske takmanız.
etrafımdakileri incelediğim zaman aslında herkesin içinde kabul görmek için yanıp tutuşan bir öteki olduğunu görebiliyordum. olduğum gibi varım ve buradayım demek zordu, bu yüzden baskılanan bir toplum içinde maskesiz bir şekilde var olmak cesaret isterdi. uyumsuz olamazdınız, başkaldırı yaparsanız sizden kötüsü olmazdı ve her şeye layık görülürdünüz.
insanın kendini kabul etme süreci bile tek başına savaşılmayacak kadar güç bir şeyken kendini topluma kabul ettirmeye çalışmak bir adım öteye geçmemize izin vermeyen en büyük engeldi.
"bakışlarınla insanları yok etmeye çalıştığını düşünmeye başladım." dikkatim bir çekiçle vurulmuş gibi paramparça olup zihnimin köşelerine dağılırken omzumun üstümden çoktan yanıma yanaşmış olan taehyung'a baktım. baktım ve birkaç saniye odağım şaştı, kaşlarım çatıldı. kalbim sakinliği boş verip kulaklarıma baskı yapacak kadar sert bir şekilde atmaya başladı ve ben o an zihnimde çalan sirenleri duydum.
sirenler, taehyung...
"taehyung.." kendime gelmem uzun sürdü. zira karşınızda kalbinizin dümenini elinde tutan bir adet kim taehyung varsa ana odaklanmak bile enerji isteyen bir eylemdi. "taehyung," diye mırıldandım bir kere daha ve bu sefer sesim daha güçlü çıkmıştı. "ben de seni bekliyordum."
benim aksime orta boyda bir el çantası almayı tercih etmişti ve ayak ucuna koyduğu çantanın sadece iki gecelik bir gezi için ne kadar dolu olduğunu fark ettiğimde garipsemedim, en iyisini o bilir deyip bakışlarımı tekrardan dünyadaki bütün çirkinliği kıskandıracak güzellikteki yüzüne çıkardım.
"geç mi kaldım? akşam trafiği malum.." gideceğimiz yer merkeze yaklaşık olarak 6 saat uzaklıkta olduğu için kulüp başkanının önerisiyle akşam saatinde yola çıkmanın daha uygun olduğuna karar verilmişti. gece yemek yemek için bir dinlenme tesisinde mola verecektik ve oraya vardığımızda henüz güneş doğacağı için en azından kahvaltı vaktine kadar odalarımızda vakit geçirme fırsatımız olacaktı.
"geç kalmadın, ben biraz erken geldim sadece," diye cevapladım onu kısaca. şu an tam karşımda, elleri sanki onun için özel dikilmiş gibi üzerine oturan deri ceketin cebindeyken ve gayet sıradan bir genç gibi giyinmişken dünya üzerindeki en nefes kesici kişi gibi görünüyordu. ona daha fazla bakmayı kaldıramayacağımı anlayıp kafamı biraz ilerideki otobüse çevirdim. söylenene göre bununla gidecektik ve gitmemize daha yarım saat varken çoktan kapının önünde bir kalabalık oluşmuştu.
"nasılsın?"
sadece bir kelime sekiz harften oluşan bu soru cümlesi beni nasıl olur da böylesine etkilerdi? nasıl olur da beni bu denli çaresiz bırakır, dudaklarımdan çıkacak olan birkaç kelimeyi önemsiz kılardı? heyecanlıyım, sanki birazdan kalbim yerinden çıkıp sohbetimize katılacak ve ona daha fazla işkence yapmaman için yalvaracakmış gibi hissediyorum, gün boyunca ağzıma tek lokma koymamama rağmen midem altüst olmuş durumda-
"iyiyim, sen nasılsın?"
göz kenarlarının kırışmasını sağlayacak samimiyetle gülümseyip "ben de iyiyim," dedikten sonra aramızdaki nereden baksan üç adımlık olan boşluğu bir adıma indirdi. şimdi elimi uzatsam dokunabileceğim bir yakınlıktaydı ve saçlarından yükselen tatlı şampuan kokusunu solumak bir anlığına dengemi şaşırtmıştı.