32

105 15 4
                                    

we'll be alright

-

şu an içinde ve hatta başrollerinden biri olmaktan pek hoşlanmadığım bir durumda, yanımda olduğu için kendimi rahatsız hissettiğim biriyle birlikte başlamıştım güne.

evet, yanımda minseo vardı. ona adıyla hitap ediyordum çünkü bunda bir sorun olmadığını söylemişti. gerçi sorun olduğunu söyleseydi bile sarf ettiği onca sözden sonra hala saygılı davranmak geliyordu muydu içimden, tartışılırdı.

minseo ve ben henüz sabahın ilk ışıklarında uyanmış, sessiz bir şekilde kahvelerimizi yudumlarken birkaç kaçamak bakış, derin iç çekişler ve sonu gelmeden gövdesi ezilen sigaralar da bizimleydi. gece tam anlamıyla bir kabus tadında geçtiği için sadece iki saat uyuyabilmiş ve ardından bedenimi ele geçirmiş olan huzursuzluk yüzünden uyanmıştım.

kabus gibi geçmesine sebep olan bir sürü şey vardı. öncelikle taehyung. bütün bu olanlar, kaba bir şekilde evden atılması ve omuzlarına aldığı yükler yüzünden, bu kelimeyi kullanmaktan nefret etsem de, perişan haldeydi. yorgunluktan kolunu kaldıramayacak halde olsa bile bir türlü uyuyamıyordu, kollarımın arasına girdiği andan itibaren ıslanan kirpiklerini gizlemeye çalışıyordu ve uyumaya yeltenmek adına gözlerini kapattıktan birkaç dakika sonra korku içinde uyanıyor, zihnine kelepçelenmiş olan zehirli düşünceler yüzünden kabuslardan kurtulamıyordu. elbette bir yolunu bulup bu çukurdan çıkacaktık, buna emindim. ne kadar uzun sürerse sürsün, ne kadar zorlu olursa olsun ona destek olacak ve en azından bizim dünyamızı, korkmadan gözlerini kapatabileceği bir hale getirecektim.

diğer yandan benim aklımı işgal eden bir sürü düşünce vardı. minseo'nun tek başına hareket edemeyecek kadar cesaretsiz olduğunu fark etmiştim, çünkü korkuyordu, fakat benim yapabilecek neyim olduğunu bilmiyordum. açıkçası, sınırım yoktu. her ne kadar öfkeli olsam da sırf taehyung daha az üzülsün diye o merhametsiz dedesinin önünde dizlerimin üstüne çöküp onu affetmesi için yalvarabilirdim ya da bütün ailesine rest çekip, taehyung'u dünyanın öbür ucuna götürüp bir daha da yüzünü göstermezdim onlara. nasıl insanlar olduklarını bilmiyordum ve bunu bana öğretebilecek tek kişi olan minseo ise ağzından laf alması en zor kişiydi.

"bana yardımcı olman gerek," diye mırıldandım bir kez daha. küçük balkonda oturuyor olsak da olabildiğince sessiz konuşmaya çalışıyordum çünkü taehyung benim uyandığım saatlerde henüz uykuya dalmıştı, uyansın istemiyordum.

"ben.. jungkook inan ki ne yapmamız gerektiğini bilmiyorum."

"biliyorsun. sadece korkuyorsun minseo." kendine çektiğini dizleri üzerine gömdü kafasını ve birkaç saniye konuşmadı. sınırlarını zorluyor olabilirdim ama birinin bunu yapması gerekiyordu.

"sana biraz ailemden bahsedeyim," diye başladı sözlerine. suratına yerleştirdiği ifadesiz maske biraz sonra parçalara ayrılacak gibi dursa da bütün dikkatimi ona vererek dinlemeye başladım.

"taehyung ilk doğduğunda kore'de yaşamıyorduk. japonya'nın adını bile hatırlayamadığım bir köyündeydik ve çok mutluyduk. dedem yoktu, onun kuralları, nefreti ve öfkesi yoktu. bazen bu kadar sorunsuz bir aile olmamıza şaşırıyordum ama yine de umursamıyordum. sonuçta taehyung vardı. yeni doğmuştu. birden bire önemsediğim tek kişi olmuştu. ben de çocuktum, daha yemeğimi bile doğru düzgün yiyemezdim ama taehyung'a her şeyden daha fazla değer veriyordum.

sonra babam hastalandı. her şey.. iki gün içinde tepetaklak oldu. eve gidip taehyung'la oyun oynayacağımı düşündüğüm günün akşamında kendimi hastanede buldum. ne olduğunu bilmiyordum. annem ağlıyordu, taehyung ağlıyordu. doktorların sürekli olarak odaya girip çıktığını hatırlıyorum." cümlelerine devam etmeden önce derin bir nefes aldı. geçmişinden bahsederken zorlanıyordu. "o günden sonra apar topar kore'ye dönmek zorunda kaldık. babam kalp krizi geçirmişti ve dedem onun yanında kalmamızın daha iyi olduğuna karar verip bütün hayatımızı mahvetti. jungkook.. buraya geldikten sonra inan bana bir günüm bile güzel geçmedi. hiç istemesem de taehyung'u yalnız bırakmak zorunda kaldım. evde durmak istemiyordum, taehyung evden çıkmıyordu, arkadaşı bile yoktu doğru düzgün. onu o zorlu günlerde tek başına, savunmasız bir şekilde bıraktığım için hala pişmanlık duyuyorum.

don't blame meHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin