21

336 32 5
                                    

im a mess, but im the mess that you wanted

-

geçmişim sırtıma yüktü, ayağıma takılan taşlardı. attığım her adımda arkamda leke bırakan kanlı adımlarımdı ve ağırlığından asla kurtulamadığım lanetimdi.

zamanında beni kimsesiz bıraktı diye öfkelendiğim ailemin yanındayken bile yalnızlık çektiğimi anladığım zaman henüz on sekiz yaşındaydım. yaşadığım için kendime, beni yaşattığı için tanrı'ya öfkeliydim. kendimi öldürmeye cesaret edemediğim her gün daha da nefret ediyordum kendimden. kolay değildi.

fakat taehyung hayatımda girdiğinden beri ömrüme ömür katmıştı sanki.

aldığım her nefesi ona borç bilir olmuştum.

"daha iyi hissediyor musun?"
taehyung'un yanı başında, neredeyse omuzlarımızın değdiği bir yakınlıktayken aklımdan geçen tek şey iyi hissetmesiydi. iyi hissetmeli, yemek yemeli, sağlıklı olmalı ve yüzü gülmeliydi.

dakikalardır yüzünden silinmeyen tatlı tebessümüyle hafifçe başını salladı. "evet jungkook sana yemin ederim ki iyiyim," dedi ardından.

onun da zorlamasıyla, yersen, yanına uzanmıştım. üzerimde onun kıyafetler, saçımda ve tenimde onun kokusuyla birlikte kendimi daha önce hiç hissetmediğim kadar ait hissediyordum. saat gecenin bilmem kaçıydı ama bırakın uyumak, elimden gelse gözümü bile kırpmadan izlerdim güzel suratını. elimden gelse önce yanaklarını okşardım, elmacık kemikleri üstündeki belli belirsiz çilleri severdim güzelce. tek tek kirpiklerini sayardım, gözünün altındaki beninden öperdim. ipek kadar yumuşak olan saçları vardı bir de, elimden gelse saçlarını severdim her gece onu uykuya yatırmadan. öperdim yaralı dudaklarımla kiraz dudaklarını. ama olmuyordu işte, elim kolum bağlıydı.

"evet ateşin de düştü," dedim dikkatle yüzünü incelerken. "uyusana artık, geç oldu. dinlenmen gerek."

neden bilmiyorum fakat taehyung ne zaman uyku konusu geçse önce birkaç saniye huzursuzca etrafına bakıyor, daha sonra da sertçe yutkunup sıkıntıyla gözlerini kapatıyordu. belki dikkat etmesem farkına varamayacağım bir tepkiydi ancak edeceği tek bir laf için bile ağzını kollayan biri olarak gözümden kaçmamıştı. kendi anlatmak istemediği sürece onu zorlayacak değildim, bir şey olduğu belliydi. içten içe onu yiyip bitiren, sıkıntıya sokan bir şeydi üstelik.

"ilacımı içmedim," dedi mırıldanarak. bana demekten çok kendine hatırlatmak istediği çok belliydi çünkü aynı yatakta yatıyor olmasaydık basit bir mırıldanmadan fazlasını duymayacaktım. bakışları benim yattığım taraftaki komodinin üzerindeki iki kutu ilacı buldu.

bunları daha önce görmüştüm.

çantasında, okul dolabında, mutfağında ve şimdi de odasında. hayatında büyük bir yer kapladığını anlamamak imkansızdı.

"ilaç mı içmek istiyorsun? su getireyim mi sana taehyung, hm?"

"istemiyorum.." bakışları şimdi benim kahvelerimi buldu. üzgün bakıyordu.
üzgün, çaresiz ve biraz da pişmanlığın bulunduğu bakışları içimde bir yerleri yaktı o an. bıraksa koca yatağın ortasında çocuk gibi ağlardım. "jungkook dün gece dört tane içtim ama çok zor uyudum. istemiyorum ama.. bir yandan da başka yolu yokmuş gibi geliyor."

canım yanıyordu. taehyung'un gözlerime bakan gözlerinde gördüğüm çaresizlik yüzünden sanki etimi koparıyorlarmış gibi bir acı hissediyordum. halbuki sapasağlam duruyordum yatakta, hiç yanar mıydı canım? bir insan parmağı bile kanamıyorken sırf bir tanesi üzülüyor diye paramparça hisseder miydi?

don't blame meHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin