and i know i make the same mistakes every time bridges burn, i never learn, at least i did one thing right
-
"biraz tuz koyman gerek.. kaşığın ucuyla-evet yeterli."
"sen bu tarifi ne zaman öğrendin?"
"küçükken," diye mırıldandı ve oturduğu masanın üstünde ayaklarını sallamaya devam etti. "büyükanneme gidince bana sürekli bunlardan yapardı ve gerçekten çok severdim. bir gün birlikte yapmayı teklif ettim, o günden beri hiç unutmadım. kendisi hastalanıp hastanede yatmak zorunda kaldığı dönemde bile evde yapıp götürüyordum. aynısı olmasa bile çok yakın bir tat. şimdi de biraz limon rendele."
dudaklarından dökülen cümleler emirmiş gibi dediğini yaptım. geniş kabın içindeki kurabiye hamuruna limonu rendeledikten sonra bir sonraki adımı söylemesi için bekliyordum ama hiçbir ses gelmedi. dönüp neden konuşmadığına baktığımda ise suratındaki tatlı gülümsemeyle beni izlediğini fark etmiştim.
bu kalbime iyi gelmiyordu.
onu öpmek için izin almamın üzerinden neredeyse iki saat geçmişti. inanmak zordu. söylediği her bir kelimeyi defalarca kez zihnimde döndürüp, onlarca kılıf uydurup, yüzlerce anlam yüklemiştim ama nafileydi. bütün samimiyeti ve dürüstlüğüyle kalbini açmıştı bana taehyung. onu yiyip bitiren endişelerine ve içinde kaybolduğu bilinmezliklere rağmen yapmıştı üstelik bunu. bugün bir kez daha ona duyduğum saygının bir sınırı olmadığını fark etmiştim.
"keyfin yerinde sanırım," diye dalga geçtim onunla. hiçbir şey söylemeden gülümsemeye devam etti. gözlerindeki ışığı, yanaklarına bulaşan kırmızılıkları fark etmemek mümkün değildi ve onun bu güzelliğini dünyadaki herhangi bir şeyle karşılaştırmak imkansızdı.
"yerinde," o an gözüme çok masum görünmüştü. kollarımın arasına alıp sarılmak istedim. "yanıma gelsene," dedi sanki aklımdan geçenleri bir bakışta anlamış gibi. ellerimi tezgahın üstündeki nemli beze silip hızla yanına ulaştım ve taehyung'un daha yakınına girmek için araladığı bacakları arasına yerleştim.
onu daha önce bu kadar mutlu gördüğüm bir anı hatırlayamıyordum. tamam, taehyung genel olarak suratsız gezen biri değildi kesinlikle ama suratındaki ciddi ve mesafeli ifade her zaman oradaydı. şimdi ise tam tersi, saatlerdir dudaklarından eksik etmediği gülümsemesiyle geziniyordu etrafta. şarkılar söylüyor, aklına gelen eğlenceli anılarını anlatırken kıkırdıyordu.
onu hak edecek ne yaptım, bilmiyordum. kasten kimseye kötülüğüm dokunmazdı ama iyi alışkanlıklarım elin parmağını bile geçmezdi. ona yetersiz gelmek ise her zaman en çok korktuğum şey olmuştu.
"ne düşünüyorsun?" diye sordu. bunu günde birkaç kere soruyordu ve bu, inanılmaz iyi hissettiriyordu. benimle ilgileniyor olduğunu gerçeği deyim yerindeyse havalara uçuruyordu beni.
"seni. seni düşünüyorum taehyung."
"ben de seni düşünüyorum." ellerini çekingence omuzlarıma götürüp aramızdaki birkaç adımlık mesafeyi sıfıra indirdi. "yemek yaparken ne kadar harika göründüğünü düşündüm mesela az önce. sonra.." parmak uçları hafifçe ensemdeki saçlara uzandı. "benden izin istedikten sonra yanağımı öpüp balkona kaçmanı düşündüm.." yüzü yavaşça yüzüme yaklaştı ve o an bedenimi ele geçiren paniği nasıl yatıştıracağım hakkında bir fikrim yoktu. ince beline sardığım parmaklarıma kadar titredim. "yakınımdayken ne kadar güzel olduğunu, seni öpmek istediğimi düşündüm."