'cause if I got you, if you got me, we don’t need nothing else at all
-
zamanında 'eğer' ve 'keşke'ler kurduğum cümleler ev sahipliği yapardı hepsi birbirine benzeyen günlerime. siz deyin gençlik ben diyeyim toyluk, kendimi tanımakta sınıfta kaldığım için hatalarımın beni ne tür bir belaya soktuğunu gördüğüm ilk anda yüzüm kızarmaya başlamış ve hevesim ta yerin dibine kaçmıştı. hatalardan ders almak diye bir şeyden haberim yoktu zaten, olacaksa mükemmel olmalı diyerek çıktığım yolun pislikten geçilmediğini fark ettiğimde neyse artık en azından bitireyim yeter diyerek devam ettiğim için kaybediyordum. hedefim yoktu ve istikrarsızlık denilen illet bela olmuştu başıma.zaman geçtikte bir nebze iyi olur dediğim durum adeta kocaman, pis ve azı dişleri olan bir ağza dönüşüp beni yutmuştu sanki, yolda devrilen çöp kutusundan kendimi suçlu görmeye başladığım bir dönemin tam ortaları da lise bitti bitecek, üniversite için para biriktir ha bir de iş bul diye geçiriyordu. kendimi hayatın akışına öyle bir kaptırmıştım ki dibimde olan biteni bile göremez hale gelmiştim.
şimdi ise evime yakın bir parkın en köşesinde, sokak lambasından yayılan ışığın bile zar zor aydınlattığı bir bankta otururken son birkaç günde gelişmeye başlayan olayları düşünüyordum. 'keşke' yoktu belki ama 'eğer' çoktu. tatilden döneli bir hafta olmuştu ve taehyung'la oldukça yakınlaşmıştık. neredeyse her gün ayaküstü de olsa sohbet ediyor, vaktimiz varsa bir yerlere gidip yemek yiyorduk.
varlığına alışmaya başlamıştım.
hatta bu biraz da olsa beni korkutuyordu. önceden olsa onunla telefon üzerinden bile olsa konuşmak benim için çok ütopik bir olay gibi geliyordu fakat şimdi evde tek başıma otururken birdenbire sesine, sıcaklığına ihtiyaç duyar hale gelmiştim. bu korkunçtu. ona istediğim an ulaşamayacağım gerçeğine tezat her an yanında olma isteği elimi kolumu bağlıyor, gözlerimi kör ediyordu sanki ve kendimi geriye çekmeme sebep oluyordu.
taehyung'un da bana alışmaya çalıştığını fark ediyordum. ne zaman konuşsam beni dikkatle dinleyip yorum yaparken bile kelimeleri tek tek seçiyor olması kalbimi hızlandırıyordu. dışarıya çıkmadan önce mutlaka beni arayıp nereye gitmek istediğimi sorması, derslerimin olduğu gün fakültemin önünde bekleyip benimle eve kadar yürümesi ve en önemlisi de beni arkadaşlarıyla tanıştırmış olması bütün çabasını gözler önüne seriyordu.
dün gece namjoon ve jimin'le birlikte okulun yakınlarındaki bir butik kafeye gidip sohbet etmiştik. taehyung'un amacının bizi tanıştırıp, beni biraz daha olsun kendi ortamına katmaya çalıştığı çok açıktı fakat yeni insanlarla tanışmanın beraberinde getirdiği gerginlik hissini hala üzerimden atabilmiş sayılmazdım. karşılıklı sohbetlerde kötü olduğum yetmezmiş gibi bir de sanki üstüme vazifeymiş gibi, beni geren olaylar içinde bulununca acayip saçmalardım. geçmişimin zehir zıkkım bir gününde adımı sorduklarında yanlış cevap verdiğim bir anım bile vardı, tam yaşlanınca toruna anlatmalık askerlik anısı tadında, keyif kaçırıcı bir görüntüydü.
"yağmur da yağmıyor ki ayağıma çamur bulaşsın.. çantanda ıslak mendil var mı jungkook? ben almayı unutmuşum."
"öncelikle sana da merhaba taehyung ve evet çantamda ıslak mendil var, yanıma otur." yüzünde sıkıntılı bir ifade, dudakları arasından çıkan anlaşılmayan söylenmeleriyle hemen yanıma oturdu.
gün geçtikçe düşen hava sıcaklığına inat taehyung'un sadece ince bir kazakla dışarıya çıkmasına şaşırmıştım çünkü o her konuda son derece dikkatli ve planlı biriydi. yanında her daim yedek bir kıyafet bulundururdu mesela. hava durumuna bakmadan evden ayrıldığı pek nadirdi. arabasında mutlaka bir şemsiye bulundururdu. bir adım attıktan sonra dönüp ayak izlerine bakmak yerine bir sonraki adımında ne yapacağını düşünüyordu ve benim yapmak istediğim tek şey ise onun adımlarını takip ederek kendime yeni bir yol çizmekti.