everyone thinks that they know us, but they know nothing about
-
partinin yapılacağı mekana girdiğimiz zaman kendimi kalabalığın ortasında bulmamla birkaç saniye duraksadım. tanıdığım kimse yoktu, resmen bir kişiyi bile tanımıyordum. evet yüzleri tanıdıktı. orada ya da burada görmüş olma ihtimalim çok yüksekti ve aynı kahvecide oturup, belki de yan yana olan masalarda kahve içmiş, her gün aynı yollardan yürümüştük. yine de hiçbirini tanımıyordum ve bu beni yabancı hissettirdi.
taehyung yanıma gelene kadar.
"bizimkileri gördüm," dedi ortamdaki yüksek sesten dolayı sesini duyurmak için kulağıma eğilirken. bir yandan da elini belime atmış beni ileriye doğru itekliyordu. "yanlarına gidelim."
arabada yaşadığımız yoğun anı bozmamak için uzunca bir süre kucağında kalmış ve ellerinin çıplak sırtımı okşamasına izin vermiştim. taehyung yorgundu. bu yorgunluğunu gözle görüyor olmaktan hiç hoşnut değilmişim gibi bir de hissediyordum. bakışlarında, dokunuşlarında ve hatta öpüşlerinde bile. biraz olsun dinlenebilmesini sağlamak adına partiye gitmeden önce sahip olduğumuz sınırlı vakti onu öperek ve yanaklarını okşayarak geçirmiştim.
"hoş geldiniz." bizi ilk fark eden ve selam veren namjoon olmuştu. o, gerçekten dikkat çeken biriydi. uzun boyu ve kalıplı vücudu, her daim kısa olan saçları, keskin bakışları sayesinde bir ortama girince herkesin ilk fark ettiği kişi oluyordu. taehyung selamına karşılık olarak küçük bir gülümseme sunarak yuvarlak masa etrafında kendine ve bana yer buldu.
namjoon ve jimin dışında kimseyi tanımıyordum ve bu gerilmeme sebep oldu. ben dahil, altı kişilik küçük bir masaydı. herkesin elinde olan bira şişeleri henüz yarılanmıştı ve gecenin yeni başladığını o an anladım.
"ne içersin?" taehyung bir türlü suratından eksik edemediği gülümsemesiyle bana doğru yaklaştı. çok yakındı. gecenin ilerleyen saatlerinde bu şekilde yakın durmaya devam edecek miydi? eğer öyle olacaksa onu öpmemeye çalışmak çok zor olacaktı.
"bira," diye cevapladım onu. gülümsemesinin bir kopyası da bendeydi. suratındaki rahatlamış ifade beni mutlu ediyordu.
diğerlerine içecek bir şeyler alacağını söyleyip yanımdan ayrıldığında benimle konuşacaklarını düşündüm ama herkes kendi derdinde gibi görünüyordu. jimin'in çoktan sarhoş olmuş bir hali vardı. kırmızı yanakları, sürekli hareket elleri ve geldiğimizden beri bir kez bile kapanmamış olan dudaklarıyla oldukça tatlı görünüyordu. tek derdinin namjoon olduğuna emindim çünkü ince parmakları onun koluna tutunmuştu.
tam karşımda ise kırmızı saçları, yakışıklı yüzü ve yüzüne baktığınızda ilk dikkat çeken yer olan harika burnuyla isminin hoseok olduğunu öğrendiğim kişi vardı. yanındaki uzun boylu çocukla epeyce derin bir sohbet içindeymiş gibi görünüyordu.
taehyung tek eliyle tuttuğu üç birayı masanın üstüne bıraktı ve küçük bir 'afiyet olsun'dan sonra dudaklarına dayadığı şişeden büyük yudumlar aldı. onun da masaya gelmesiyle bütün dikkatler bizim, daha doğrusu benim üzerimde toplanmıştı.