17

453 48 2
                                    

ive seen your scars and kissed your crime

-

"jungkook, burcun neydi?"

içimden bir an önce buradan kalkıp gitmek için saniyeleri sayıyordum ama faydası yoktu. sanki hayatımın en güzel yıllarında kaldığımız otelin restoranında kapana kısılıp kalmıştım. "başak," diye mırıldandım önümdeki yemeği çubuklarla eşelerken ve eş zamanlı olarak önümdeki iki kızın şaşırma nidalarını işittim.

"yükselenin ne peki?"

"yükselen-bilmiyorum." beni kurtarmasını umduğum tek kişiye, tam yanımda oturan taehyung'a kaçamak bir bakış attığımda onun umurunda olan tek şey önündeki yemekti. umutsuzdum. sanki kıtlıktan çıkmıştı, sanki günlerdir ağzına tek lokma sürmemişti ve lanet olsun ki sanki yemek yemesin diye elini kolunu bağlamışlar gibi restorana indiğimiz andan beri yemek yiyordu.

kalacağımız yere geldiğimizde güneş henüz yeni yeni aydınlatıyordu gökyüzünü. taehyung'un arkadaşım dediği bölüm başkanı kişi tarafından uyandırılmıştık ve o andan sıyrılıp hayatımda devam etmek benim için oldukça zor olmuştu.

taehyung'un üzerimize örttüğü ceket yeterli gelmese de, oturduğumuz koltuk, en azından benim için, dünyanın en rahatsız yeri olsa da uyumuştuk. açıkçası taehyung burada uyuyamaz diye düşünüyordum. boynu ağrır, bu nasıl koltuk diye şikayet eder, sürekli hareket eder diye beklerken otobüs durduğu zaman taehyung'un omzuna dokunup ona haber vermeye gelen kişi onu değil de beni uyandırmıştı. ilk birkaç saniye nerede olduğumuzu anlayamadığımı hatırlıyordum. boynumda ve haliyle de başımda dayanılmaz bir ağrıyla uyanmak yeni bir durum olmasa da kesinlikle alışabileceğim bir şey değildi.

gözlerimi aralığımda önce taehyung'un huzurlu suratını görmüştüm. göz kapakları büyük bir sakinlikle göz bebeklerini örtmüş, düz kaşları ve aldığı düzenli nefesler de bana onun gerçekten de mışıl mışıl diyebileceğim bir uykuda olduğuna inandırmıştı.

işte her şey burada başlıyordu aslında.

farkında mıydı, bunu bilinçli bir şekilde mi yapmıştı en ufak bir fikrim yoktu fakat onun o güzel, sıcaklık ellerini kalçamın tam üstünde, belime sarılmış bir şekilde bulduğum zaman bir anlığına gerçekten ölüp gideceğim sandım. bana sarılıyordu. tatlı uykusunda rüyadan rüyaya atlayan, keyfi pek yerinde görünen taehyung her şeyden bihaber, ben yanmış mıyım yoksa kül olup havaya mi karışmışım umursamadan eli belimde, bana sarılıyordu.

dahası da vardı üstelik!

otobüs yavaş yavaş boşalıyordu. çoğu kişi peşine bavulunu da alıp çoktan dışarı çıkmış, bizim gibi uyuyanlar da ayılıp toparlanıyordu. kendime gelmem uzun sürmedi. önce oturduğum yerden doğruldum sonra da artık yeter bu çektiğim edasıyla taehyung'u bir kez de ben dürttüm. "hadi uyan, geldik."

o sabah anladım ki taehyung'un uykusu ağırdı. üç dakika en azından gözünü açıp bir tepki versin diye uğraşmama rağmen tek bir dönüt alamadım. bir kez daha omzuna dokunup seslendiğimde kıpırdanır gibi oldu. benden mutlusu yoktu. yemin ederim sanki bir yarışmada birinci olmuş gibi sevinmiştim çünkü elinin belimdeki varlığı beni bitiriyordu.

günün uğursuzluğu mu benim bahtsızlığım mı dersiniz, sonunda kalkıp gideceğiz diye sevinmelerim bu manyak herifin hiçbir şey olmamış gibi biraz daha bana sokulmasıyla balon gibi patladı. kafasını göğsüme yaslamıştı. hayır hayır, kafasını yaptığı hareket karşısından şaşkına dönmüş ve birazdan yerinden fırlayıp çıkacak kalbimin tam üstüne, zavallı göğsüme yaslamıştı.

dürüst olmak gerekirse bu saatten sonra ne olduğu umurumda değildi. ani bir hareket yapıp onu korkutmayacağımdan  emin olduktan sonra onu göğsümden ittirdim. o işler öyle olmuyormuş, birini göğsüne yatırıp uyutmak o kadar da kolay değilmiş diye düşünüyordum. tabii o ara taehyung uyandı, suratında biraz şaşkınlık, biraz uyku sersemliği bana bakıyordu. durur muyum? durmadım. tabiri caizse üstünden atlayıp ikimizin de çantasını alıp kendimi otobüsten dışarıya attım.

don't blame meHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin