because forever is in your eyes but forever ain't half the time
-
yaklaşık olarak iki saatlik araba yolculuğunun ardından geldiğimiz yer etrafında uzun çam ağaçlarına ve harika bir dağ manzarasına sahipti. taehyung yol boyu uyuduğu için arabadan indiğimiz ilk anda doğanın güzelliğini fark edememişti fakat bir süre sonra büyülenmiş gözlerle ağaçlara bakmaya başlayınca doğru seçimi yaptığımı anlamıştım.
hava her ne kadar soğuk ve gökyüzü ilerleyen saatlerde yağmur yağacak gibi kara bulutlarla kaplı olsa bile yemek yemek için girdiğimiz restoran oldukça sıcaktı.
burası biraz ileride olan küçük bir otelin bağlı olduğu yerdi, bunu bilerek gelmiştim. açıkçası yağacak olan yağmurun eve dönüşümüzü engellemesi ve en azından bir geceliğine burada misafir olma ihtimalimiz, içten içe dualar ettiğim bir durumdu. bunun hem taehyung'a çok iyi geleceğini biliyordum hem de biraz yalnız vakit geçirmek için harika bir fırsattı.
çoğunlukla ahşap mobilyaların bulunduğu, hafiften kararmaya başlayan havanın da etkisiyle tavanından sarkan loş ışıkların oluşturduğu sakin bir atmosfere sahipti. kahvaltı diye geldiğimiz fakat erken bir akşam yemeğine dönüşen yemeğimiz boyunca taehyung'u uzun zaman sonra ilk defa bu kadar rahatlamış olarak görüyordum. hatta, adeta parlıyordu diyebilirim. sürekli gülümsüyor, kocaman açtığı gözleriyle ağaçların ne kadar güzel gözüktüğü hakkında konuşuyor, içtiği şarap sayesinde kızaran yanaklarını büyük lokmalarla dolduruyor ve bulduğu her fırsatta masanın üzerinde duran elime uzanıp hafifçe okşuyordu.
ben ise önümdeki yemeği yemek ve onu izlemek dışında başka bir şey yapmıyordum.
restorandan ayrıldıktan sonra hava iyiden iyiye kararmıştı fakat yine de böyle bir yere sadece yemek yemek için gelmek büyük bir aptallık olurdu. bu yüzden önümüzdeki yol boyunca belli aralıklarla konumlandırılmış ışıklar sayesinde aydınlanan ormanda yürümeye başladık. taehyung boynuna doladığı atkıya gömülmüş olsa da soğuktan şikayet eden bir hali yoktu.
"eve gitmek istemiyorum," dedi heyecanla. bir yandan da elimi tutup dudaklarına götürdükten sonra minik bir öpücük kondurmuştu. "iyi ki buraya gelmişiz jungkook. o kadar huzurlu hissediyorum ki."
o an gerçekten ağlayacağımı düşündüm. onu tekrardan gülerken görmek benim için dünyaları ifade ediyordu. hala bir şeyleri umut etmeye devam ediyor oluşumu taehyung'a, hatta onu daha iyi hissettirmek istememe bağlıyordum. içim içime sığmadı. yürüdüğümüz yolun tam ortasında durduktan sonra bedenini yakınıma çekip dudaklarına atıldım ve ona ne kadar minnettar olduğumu göstermek ister gibi bir açlıkla öpmeye başladım. böyle bir şeyin geleceğini biliyormuşçasına elleriyle sıkı sıkı belime tutundu. sert öpücüklerime karşılık vermeye çalışıyordu fakat aynı anda gülmek için iki yana kıvrılan dudakları onu engelliyordu.
"seni çok seviyorum," diye mırıldandım nefesimin yetmediği yerde. "seni öyle çok seviyorum ki.." soğuktan kızarmış olan burnuna ve yanaklarına da öpücükler kondurdum. güzel yüzü avuçlarım arasında küçücük kalmıştı adeta.
belimdeki elleri sırtıma doğru kaydığında başı da eş zamanlı olarak omzuma yaslandı. taehyung böyle yaptığında genellikle yaşlarla dolan gözlerini gizlemeyi amaçlardı. onu tanıdığımdan beri ağladığının fark edilmesini sevmediğini ve bunu belli etmekten kaçındığını anlamıştım. nedeninin zarar görmekten korkması mı yoksa yüzüne taktığı 'ben güçlüyüm' maskesinin kırılacak olması mı olduğunu bilmiyordum ve açıkçası onu bu konuda hiçbir zaman zorlamamıştım. sınırlarını biliyordum ve sadece izin verdiği kadar geçebilirdim bunları.