look at this godforsaken mess that you made me, you showed me colors you know i can't see with anyone else
-
"saatlerdir yaptığın tek şey bağırmak!"
hiç olmaması gereken bir saatte, hiç olmaması gereken bir sebepten dolayı kavga ediyorduk.
bugün ikimizin de evde olduğu bir gündü. diğer pazarlardan bir farkı olmayacağını düşünüp uyanmıştım ve aslında uyandıktan sonraki ilk saatler öyleydi. birlikte kahvaltı etmiş, bulaşıkları yıkamış ve etrafı toparladıktan sonra ona dışarıya çıkmayı teklif etsem de beni reddedip odasına çekilmişti. yalan söylemeyeceğim, bu biraz moralimi bozmuştu.
hafta içinde sürekli birbirimizi görüyor olsak da baş başa bir şeyler yapmayalı çok uzun zaman olmuştu. en basitinden yürüyüş bile yapamıyorduk çünkü taehyung'un işleri, yapması gereken ödevleri asla bitmiyordu ve ben de sonra günlerde birkaç iş görüşmesine gitmiştim. eğer çalışacak bir işim olursa kafamı gereksiz şeylerle meşgul etmem ve en azından cebime biraz para girer diye düşünmüştüm. henüz hiçbirinden olumlu ya da olumsuz bir dönüş almamıştım.
taehyung'un dışarıya çıkmayı reddetmesinin üzerinden birkaç saat geçmişti. haliyle tek başıma oturmaktan oldukça sıkılmıştım ve onu rahatsız etmemek adına üzerime kalın bir ceket alıp haber vermeden evden ayrılmıştım. hava henüz kararmak üzereydi ve açıkçası neden dışarıya çıktığımı, ne yapacağımı ya da nereye gideceğimi bilmiyordum. bütün ilgimi ona verip biraz olsun toparlaması için verdiğim çabalar işe yaramıştı ancak bu sefer de kendimi ihmal etmiş olduğumu fark edememiştim.
yol üstündeki marketten birkaç şişe bira ve biraz da atıştırmalık aldıktan sonra havanın soğuk olmasını umursamadan çimenlik bir alana attım kendimi. benim dışımda belli aralıklarla oturmuş iki grup daha vardı ve planım ise kimseye rahatsızlık vermeden birkaç saat geçirip daha sonrasında da eve gidip uyumaktı.
ne harika bir gündü ama!
tam da planladığım gibi oldu. sessizce biramı içtim, akşam yemeği yerinde koyduğum atıştırmalıkları yedim ve duraktan geçen son otobüse atlayıp eve gittim. gece yarısına yarım saat vardı. taehyung'un çoktan uyumuş olduğunu düşünüyordum ve eve gider gitmez yanına kıvrılıp uyuyacaktım.
öyle olmadı.
kapının önüne geldiğimde taehyung'un birine bağırıyor olduğunu işittim. birkaç saniyede aklımdan milyon tane senaryo geçmişti ve o an korkunun ilk tohumlarını hissetmeye başladığım andı. salonun ortasında, kulağına dayadığı telefonla birlikte buldum onu. suratı sinirden kıpkırmızı olmuştu ve geldiğimi bile fark etmeden telefonun diğer ucundaki kişiye bağırmaya devam ediyordu.
hayatım boyunca böyle korktuğumu hatırlamıyordum.
taehyung genel olarak sakin biriydi. ortaya çıkan bir problemi konuşarak, sakin sakin düşünerek çözüme kavuştururdu. şiddet ve öfke onun için ilk sırada gelen bir çözüm yöntemi değildi, en azından son bir aydan önceye kadar öyle olduğunu düşünüyordum. korkmamın sebebi ise bilinmezlikti bir yandan. ne yapacağımı, ona nasıl yaklaşmam gerektiğini ve de onun neden böyle davrandığını bilmiyordum.
"bir sorun mu var?" diye seslendim telefonu oturduğu koltuğa fırlattı sırada. orada olduğumu henüz farkında varıyormuş gibi adeta alev almış bakışlarını bana çevirdi ve ben de bir an önce üstümdekilerden kurtulup yanına doğru adımladım. ''ne oluyor taehyung? kiminle konuşuyordun?''
''bu saate kadar neredeydin?'' pekala, bu beklediğim bir cevap değildi. yine de alttan almak ve sorun her neyse onu sakinleştirdikten sonra bir çözüm bulacağımızı düşünüp hafifçe koluna tutundum. ''biraz hava almak için dışarıya çıkmıştım. rahatsız olursun diye haber vermedim. merak mı ettin?''