i slithered here from eden just to sit outside your door
-
suratımda acının en koyu tonu bir ifade, dudağımın kenarında akıp çeneme doğru yol alan, kokusunun midemi bulandırdığı kan ve iki parmağın arasında tuttuğum ince dalla birlikte bitik bir haldeydim. bacaklarımdaki bütün güç çekilmişçesine daha önce bir kere bile önünden geçmediğin bir ara sokakta, tozlu bir kaldırımın üstünde en sefil halimde oturuyordun ve atlanılmayacak bir detay daha vardı.
tepeden tırnağa kadar sırılsıklam olmuştum.
bu hale nasıl geldim, neden burada, bu haldeyim.. her bir detayını hatırlıyordum. çok olmamıştı. gökyüzünüzdeki kızıllıklar yerini bütün ihtişamıyla parlayan kocaman bir aya, bir fırçanın ucuyla püskürtülmüş çoklukta olan yıldızlara bırakacak kadar vakit geçmişti henüz.
gelen iki mesajla hışımla evden ayrılmam, bedenimi ele geçirmiş olan sinirle birlikte sanki başka hiçbir şeye ihtiyacım yokmuş gibi, kış ayının ortasında sadece ince bir kazakla dışarıya çıkmam çok netti.
mesajı yazan kişi hyunsoo'ydu. onunla uzun sayılabilecek bir süredir görüşmüyordum ve ne okulda ne de bulunduğum başka bir yerde karşıma çıkmıştı. hatta öyle ki, geçmişimde derin izler bırakan adamın yüzünü bile unutacak haldeydim.
ne boklar yediğini öğrendim, jeon.
taehyung'a anlatmamı istemiyorsan attığım konuma gel.yaptığım hiçbir şey yoktu. taehyung'dan sakladığım, söylemeye çekindiğim bir şey yaşanmamıştı ama bu herifin üstüne vazife olmayacak bir şekilde hayatıma dahil olma çabası ve tanrım, beni taehyung'la tehdit etmesi son noktaydı.
oraya giderken ciddi anlamda aklımdan geçen tek şey kolunu kaldıramayacak bir şekilde dayak yemesini sağlamaktı. bütün geçmişin hırsını çıkarmak istiyordum ve onu çok fena dövecektim.
attığı konuma gittiğimde suratına yerleştirdiği pis bir gülümse, sırtını eski binalardan birine yaslamış bir şekilde beni bekliyordu. hiç vakit kaybetmedim. ellerim iki yakasını tuttu ve şaşırmasına bile fırsat vermeden burnuna kafamı gömdüm. inlemeye benzer bir ses çıktı dudaklarından, durmadım. yumruklarım sonu gelmez bir şekilde sırasıyla yüzünün her bir yerinde patlıyordu. bana karşılık vermeyişi, kan bulaşmış dişlerine rağmen hala gülüyor oluşu beni daha da sinirlendirmişti.
"formunu hiç kaybetmemişsin jeon," dedi kahkahası ardından. yapmaya çalıştığı şey çok açıktı. beni kışkırtıyordu. bunu anlamayacak kadar saf değildim ama yine de kendime engel olacak gücü bulamadım o an. sinirden dolan gözlerimi ve titreyen ellerimi gizlemeye çalışıp en sert ifademle suratına baktım.
ondan iğreniyordum.
"tek kelime daha edersen-"
"sadece iki eski dost gibi oturup konuşuruz diye düşünmüştüm. hem taehyu-"
"onun adını ağzına almayacaksın!" öyle bir bağırmıştım ki sesim boş sokakta bir çığlık edası yaratmıştı. "onun hakkında düşünmeyeceksin, konuşmayacaksın hyunsoo. bir daha ismini söylemeyeceksin. duydun mu beni? seni öldürürüm. ölmemek için yalvarırsın. duydun mu?"
"o da seni bu kadar düşünüyor mu?" yaptığı şeyden büyük bir keyif alırcasına gülümsedi ve elinin tersiyle suratına bulaşmış olan kanı silip konuşmaya devam etti. "söylesene jeon. onu hak ediyor musun? neden seni yanında tutuyor, hm? belki de sana acıdığı içindir. aylarca kapısında köpek gibi yattığın içindir bütün bunlar. susmanı istemiştir."
ve birkaç saniye içinde altta kalan, suratına yumruk yiyen ben olmuştum.
"uyumlu olduğunuzu mu düşünüyorsun? o herif senin neler hissettiğini, neler yaşadığını anlayamaz bile." bir yumruk daha. canımı acıtmıştı. "senden öyle nefret ediyorum ki.. o seni parmağında oynatan biri sadece, neden ona canını verecekmişsin gibi bakıyorsun? sana yatakta iyi hissettirdiği için mi?"