as much scared as you are, im, too, scared
-
taehyung'un gün içinde belki de yirminciye uzattığı paketten bir sigara daha aldım. hiç sekmedi, sabah havuzdan çıktığımız andan beri sigara içtiği her anda bana da uzattı. başlarda çok heyecanlı olduğum için reddettim, sonra dedim oğlum sana ne oluyor, her seferinde geri mi çevireceksin, aldım.ilkinde basit bir şekilde çakmağıyla yaktı. ikincisinde kendi dudakları arasında yaktığı dalı bana uzattı. bayıldım sandım, yemin ederim nefesim kesildi ve öleceğim sandım. üçüncüde daha fazla dayanamayacağımı anlayıp ver bakalım çakmağı deyip kendim ateşledim hızlıca.
ona eşlik etmek adına dudaklarımın arasına yerleştirdiğim ince daldan derin bir nefes çekerken kafamda günün mahkemesini yapıyordum.
taehyung'un kendi çapında dilediği özrün ardından biraz daha havuzda kalmıştık. dürüst olmak gerekirse, bir saniye olsa beni bırakmasa da, sudan ve yüzmekten korkan birine göre oldukça cesurdu ve ben ne dersem harfi harfine onu yapıyordu. havuzdan çıkıp yeni yeni kıyafetler giydiğimizde ise kara bulutlar yerini tertemiz bir gökyüzüne bırakmıştı.
grup halinde birkaç turistlik mekana ve tarihi bir müzeye gitmiştik. taehyung gittiğimiz her yerde heyecanlanıyordu, boynuna astığı fotoğraf makinesiyle attığı adımın bile fotoğrafını çekecek hale gelmişti. işte o an aslında onu sandığımdan daha az tanıdığımı fark etmiştim. bana sürekli olarak sinirlenip tersleyen adam toz olup havaya karışmış, onun yerine öğrendiği her yeni şeyde gözleri parlayan, dönüp hevesle bana anlatan biri gelmişti sanki. yemek yemek için oturduğumuzda bile sadece burada tatma fırsatı olabileceği şeyleri sipariş etmişti. söylediğine göre balık yemeyi çok sevmezmiş ama denize kıyısı olan bir yerde balık yemeden dönmek olmazmış.
o kendini bütün bu 'büyülü şehir' havasına kaptırmışken benim aklım bir karış havada, hatta o kapalı havuzun tam ortasında kalmıştı. hiçbir şekilde ana odaklanamıyor, birden bire kendimi boynuma dolanmış kollar arasında buluyordum ve en kötüsü de zehnimi tamamıyla ele geçirmiş olan kişiyi yanı başımda bulunca defalarca kez yere düşme tehlikesi atlatmıştım.
ne kadar düşünürsem düşüneyim, yaşadığım şeylere zihnimin bir yerinde kılıf bulamıyordum. yürürken kafamı çevirdiğim an önü görmem, tam karşımda otururken tabağımdaki eti kendi bıçağıyla dilimleyip önüme koyması ve kelimenin tam anlamıyla benimle ilgileniyor olması garip geliyordu. kendinin ilgisine layık görmediğimden değildi beni şaşırtan, muhatap aldığı kişinin bir zamanlar katlanamadığı kişiyle aynı olması inanılmaz bir şeydi.
buna rüya gibi diyemezdim çünkü her rüyanın bir sabahı, bir akşamı vardı ve gözlerinizi açtığınız an sizi karşılayan gerçeklik, uyandığınıza pişman ederdi. ben bunun bitmesini istemiyordum.
"bugün çok güzeldi değil mi?" otel odamızın geniş balkonunda yan yana oturmuş bir şekilde denizi izliyorduk. gökyüzünde büyük bir zarafetle görünen ay hem dalgalarını kıyıya vuran denizi hem de tenimizi parlatıyordu. hava da sonbaharı utandırmayacak şekilde serindi fakat sizi üşütmekten daha çok dinç kalmanızı sağlıyordu.
"evet, öyleydi," dedim mırıldanarak. haberi yoktu ki bir an bile olsun ayrılmadan geçirdiğimiz bugün, ikimiz için de bambaşka şeyler ifade ediyordu.
"yarın sahilin oradaki çarşıdan hediyelik bir şeyler alalım mı? gittiğim yerlerden anı toplamayı çok seviyorum." sonuna geldiği sigarayı önündeki küllüğe bastırıp söndürdü. ince parmakları arasında ezilen izmariti kendime benzettim o an, hatta kalbime. taehyung'un varlığına asla ama asla alışamayacaktım sanki. her zaman şimdiden alıp koparan bir heyecanla bir olacaktım.